Soykırım, tartışma özgürlüğü, Yazıcıoğlu
Habervaktim yazdı, hadi bende yazayım. Fatih Altaylının teke tek programına çıkan Ermeni yazar Sevan Nişanyan,(kendisi ile bir hatıramız var, ne kadar peşin hükümlü olduğuna dair, ilerde yazarım) Türkiye’nin soykırımı kabul edip, özür dilemesi halinde taraflar arasında bir problem kalmayacağını söyledi. Gerçi programa katılan eski Türk Tarih Kurumu başkanı Yusuf Hallacoğlu son derece önemli belgeler ortaya koyarak Ermeni kaynaklarınca ortaya konan rakamları çürüttü ama yine de bu şahsa bir şeyler söylemek lazım.
İki de bir Türkiye’de basın özgürlüğünün olmadığına dair yazılar yazılıyor. Nişanyan 70 milyonun huzurunda Ermeni diasporasının düşüncelerini savundu. Kimse kendisine bir tepki göstermedi. Bu programın bir de Ermenistan Televizyonlarının birinde yapıldığını düşünün Yusuf Hallacoğlu Türk tezini Nişanyan’ın Diasporanın tezini Türk TV’lerinde savunduğu gibi savunabilir miydi? Hallacoğlu’nu tek bir Ermeni televizyonu programa çıkarmayı kabul eder miydi? Bırakınız Ermenistan’ı soykırımı kabul eden hiçbir ülkenin Televizyonunda Hallacoğlu konuşturulmazdı.
Tartışmadan, konuşmadan problemleri çözemezsiniz.
Elbette Ermeni meselesi de bütün yönleriyle tartışılmalı, kenarda, köşede kalmış bütün bilinmezleri ortaya çıkarılmalıdır. Konuşulmayan, tartışılmayan her mesele daima istismar konusu edilir. Haksız propagandaları durdurmanın bir yolu da budur. Tartışmaktan korkmamak.
Ancak bu yapılırken de kendimize işkence edecek boyutta bir aşağılık kompleksine kapılmamalıyız.
Bugün Marksist gelenekten gelen birçok yazar Ermeni tehcirini soykırım olarak niteliyor. Mesela Halil Berktay, Taner Akçam gibi. Solun bu gibi meselelerdeki tutarsızlığını anlatmaya gerek yok. Devleti peşin olarak düşman ve suçlu gibi gören bir zihniyet meseleyi sağlıklı bir şekilde tartışamaz. Aynı durum tam tersi düşüncede olanlar için de söz konusu. Devlet hata yapmaz veya devletin yaptığı her şey doğrudur düşüncesi de yanlış. Devlet çarkı insanlarla yürür. İnsanlar da mutlaka hata yaparlar. Tehcir esnasında da genele teşmil edilmeyecek, arkasında kurumsal bir iradenin olmadığı hatalar olmuştur. Ama bunu genele teşmil ederek hemen –bilimsel- görünme adına soykırım mührünü vurmak haksızlıktır. Bu bilimsel lafı da çok istismar edilen bir kavram. Nedense bazı çevrelerin her söylediği bilimsel oluyor farklı düşünenler bilim dışı, çağ dışı oluyor. Neredeyse Ermeni tehcirini soykırım olarak nitelemeyi de bize bilimsel bir gerçek gibi kabul ettirecekler.
Bütün meselelerimizi konuşalım. Ama Erzurum’da, Ağrı’da, Kars’ta, Van’da Ermenilerin yaptığı katliamları da konuşalım. Hangi köylerin basıldığını, yakıldığını, olayların kim veya kimler tarafından kışkırtıldığını en ince teferruatına kadar konuşalım. Öncesi bilinmeden tehciri ve sonrasında meydana gelen olayları anlamak mümkün değildir. İspatı kabil olmayan iddiaları birer gerçekmiş gibi sunarsanız herkesin söyleyeceği şeyler çıkar. Mesela dünyanın en intikamcı milletlerinden biri Ermenilerdir.95 yıldır gittikleri her yerde Türk düşmanlığı yapmışlardır. Tehcir kararını verenleri tek, tek öldürmüşlerdir. İttihat terakkinin iki çok önemli lideri hem Talat, hem Cemal paşa Ermeni suikastçılar tarafından öldürülmüştür. Şimdi ben de çıkıp Muhsin Yazıcıoğlu’nu Ermeniler vurdurmuş olabilir dersem iddiama birçok delil de bulabilirim. Hrant Dink öldürülür öldürülmez Muhsin Yazıcıoğlunun Erhan Tuncel ile çekilmiş resimleri servise verildi. Gazetelerde, TV’lerde Yazıcıoğlu olayın faili gibi takdim edildi. Erhan Tuncel şimdi tetikçileri azmettirmekten içeride. Muhsin Yazıcıoğlunun Hırant’ın intikamını almak isteyenler tarafından tıpkı Talat ve Cemal paşalar gibi bir suikasta kurban gitmediğini kim söyleyebilir. Yani insan isterse bir iddia ortaya atar ve ikna edici bazı deliller de ileri sürebilir. Delillerin inandırıcı ve akla uygun olması ayrı şey, gerçek olması ayrı şeydir. Onun için tartışmalara ön kabulle değil, kabullerimizi yanlışlamak için başlamalıyız. Aksi takdirde hiçbir sonuca varamayız.