Yunus Vehbi Yavuz

Yunus Vehbi Yavuz

Midesi ile düşünenler ve yaptıkları eserler

Midesi ile düşünenler ve yaptıkları eserler

Allah’ın yaptıkları ile kulların yaptıkları arasında, Allah ile kullar arasındaki fark kadar fark vardır. Kullar da sanatla uğraşırlar, Allah’ı taklit etmeye çalışırlar; çalışmalıdırlar. Yüce Allah Sani’dir. Sani’ sanat icra eden, her şeyi yapan-eden demektir. Allah’ın sanatı son derece güzel, muhkem ve kalıcı, kullarınki fani ve eksiktir.

Bütün diğer bilgilerde olduğu gibi, sanatkârlar da sanatı peygamberler aracılığı ile Allah’tan almışlardır. Allah en büyük sanatkârdır. Kullar ise bu sanat sıfatının tecellisine mazhar olmuş fani varlıklardır.

Bu âlem harika bir sanat eseridir, sonradan bu âlemde kullar tarafından yapılanlar da sanat eseri olmalıdır. Bunu yapmak da kulluğun çerçevesine dâhildir.

Allah’ın sanatının gölgesinin değdiği eserler, gerçekten dünyada takdir edilmekte, hayranlıkla karşılanmaktadır.

Kullar Allah’ın sanatının aynısını yapamadıkları gibi bir benzerini de yapamazlar. Allah’ın kitabının en küçük bir parçasının benzerini yapamadıkları gibi, mucize olarak duran ilahi sanatın da benzerini yapamazlar. Belki sanat iddiasında bululanlar, sanattan bir nebzecik tecelliye mazhar olanlar, Allah’ın yaptıklarını taklit etmeye çalışırlar. Onu en iyi taklit edenler en başarılı olan sanatkârlar olurlar.

Bu yazımızda özellikle kulların, bu çerçevede ülkemizdeki mühendis ve mimarların, belediyelerle hükümetlerin yaptıkları çevre düzenlemelerine ve imar politikalarına değinmek istiyoruz.

Bir ülkenin imarı sanatla beraber yürütülmesi gereken bir harekettir. İmar hareketi bir toplum için çok önemlidir. Çünkü imarın ortaya koyduğu görüntü toplumu çok yakından ilgilendirmektedir. İmar tabiatla beraber insan fıtratına uygun olarak yürütülmesi gereken barınma görevidir.

Hani semtte olursa olsun, yapılan binaların yaratılışın aslına uygun olması gerekir. Kur’an’da ve hadislerde fıtratın korunmasını ve değiştirilmemesini sıkı sıkıya tembih eden talimatlar, insanı kapsadığı gibi, tabiat ve çevreyi, özellikle inşa edilen binaları da kapsamaktadır. Bunun gibi gıda maddelerini ve yiyecekleri de...

Bu açıdan bakıldığı takdirde, bizim ülkemizde inşa edilen yapıların fıtratla çarpışan oldukça vahşi birer beton yığını binalardan ibaret olduğu görülür. Esasen eskilerimizin imar anlayışı bugünkünden çok daha ileri mertebedeydi, güzeldi; fıtratla uyum halindeydi; insanı rahatsız etmeyecek derecedeydi; bakanların içine huzur dolduracak nitelikteydi.

Örneğin; Anadolu’daki toprak evler ahşap evlerden daha sıhhi, fıtrata daha uygundur. Ahşap evler de beton evlerden daha güzel ve sağlığa daha uyundur. Hatta mağaralar toprak evlerden… Galiba, insan aklı Allah’ı unutunca, giderek fıtrattan uzaklaşır ve onunla çelişir; güzellikleri mahveder, çirkin işler yapar. Son zamanlardaki resim ve heykel manzaraları işte böyledir.

İnsan, eserinden belli olur. Bir mühendisin yahut bir belediye fen işleri amirinin ve belediye reisinin, bir başbakanın, bir cumhurbaşkanının kafasının içi nasılsa yaptığı işler de öyle olur.

Özellikle son elli yıldır şehirlerde inşa edilen binalar ilgililerin kafasının içinin bir tür fotokopisi gibidir. İnsan ne düşünürse ve nasıl düşünürse onu yapar, öyle yapar. Bu bir tür zarurettir. Kötü ve çirkin düşünen adamdan iyi ve güzel işler beklenemez. Bunun gibi iyi ve güzel düşünenlerden de kötü ve çirkin…

1950’li yılların Kadıköy’ünü göz önüne getiriniz; mevcut yapılar ahşap olup geniş bahçeli ve göz kamaştıracak güzellikte yapılarla dolu idi. Yeni nesil, Osmanlıların yaptıkları bu eski yapıları yıkıp yerine yenilerini, şimdiki beton yığınlarını yaptılar. Midelerini doyurdular, fakat kafalar aç kaldı. Eskilerin hem kafaları hem de mideleri doyardı. Şimdiki nesil sadece mideyi doyurmaya çalışmaktadır. Bunun için sadece midesi ile düşünmektedir. Ülkede, özellikle mega kentlerde mevcut binalar mide ile düşünülerek yapılmış binalardır. Kurulan semtler, siteler ve genişletilen kasabalar da böyle…

Yeni nesil, bina kirliliğini sadece beton çöplüğü ile oluşturmadı, ağaçları ve yeşilliği de adeta tıraş eder gibi imha etti. Böylece şehirler birer beton çöplüğüne dönüştü. Şehirlerde ağaç ve yeşillik sadece mezarlıklarda kaldı.

Burada bir noktanın altını çizmemiz gerekir. Başbakanımız Sayın R. Tayyib ERDOĞAN’ın İstanbul Belediye başkanı olduğu dönemden sonra, İstanbul baştanbaşa ağaçlandırılmaya ve bir beton çölü olmaktan kurtarılmaya çalışıldı. On binlerce ağaç dikildi. Bu ağaçlar bugün çevreyi güzelleştirdi. Hatta bu anlayış Anadolu şehirlerine de sıçradı, belediyelerde önemli ölçüde bir anlayış değişikliği meydana getirdi. Allah kendisinden razı olsan, iktidarını daim etsin.

Kim olursa olsun, bugün ağaç diken, çevreyi güzellikle donatan, güzel binalar inşa etmeye çalışan belediye reislerinden Allah razı olsun. Allah’ın çevresini onun sanatı ile onun süsleri ile donatmaya başlamışlardır. Ecdadımız bize bu güzel mirası bırakmıştır. Özellikle çınar ağacı dikmek çok kalıcı bir hizmettir; hala bu ağaçların gölgesinden ve nimetlerinden yararlanmaktayız.

İşte ağaç, her ne kadar kul tarafından dikilse de Allah’ın sanatıdır. Hiç kimse bunun bir benzerini yapamaz, sadece onu çoğaltarak devam etmesini ve gelişmesini sağlar. İşte bu bir tür fotokopidir. Allah’ın süsünden daha güzel bir süs, onun sanatından daha güzel bir sanat düşünülebilir mi? Bütünü ile bir toplum gayret etse, bir ağacın benzerini yapabilir mi? Onun yerini tutacak başka bir hizmet gerçekleştirebilir mi?

O halde, ülkeyi baştanbaşa ağaçlarla donatmalıyız, toprağı değerlendirmeli ve midemizle düşünmekten vazgeçin beynimizi çalıştırmalıyız.

İnsanların yaptıkları eserleri görüyoruz. Özellikle son zamanlarda eser diye yapılanların büyük bir çoğunluğu eser değil, âdeta beton yığını binalar, estetikten mahrum inşaatlar, insan kafasını yoran, güzellik zevkini bozan çirkin manzaralardan ibarettir.

Bunlar işte bizim insanımızın, son dönemdeki insan tipinin ortaya koyduğu eserlerdir… Bunlar son bir asır içinde topluma hükmeden yöneticilerin kafasının içini de net olarak bize göstermektedir; siyasetçilerin ve devlet yetkililerinin karneleridir bunlar. Hayır, bunlar eser değil, eser bozuntusu yapılardır. Hiçbir tahsil görmeyen ustalar bunlardan çok daha güzellerini yapar ve yapmaktadır da.

Yakın tarihe kadar, belediye imar işlerinin mimari adına, eser adına, hizmet adına bıraktıkları bir şey yoktur. Belediyelerin bir tek işlevi olmuştur. O da çevreyi çirkinleştirmek… Bina kirliliğini çoğaltmak… Ülkeyi bina çöplüğüne dönüştürmek…

Ülkede eğer imar işleri olmasaydı, emin olunuz ki insanlar kaçak olmaksızın diledikleri gibi zevklerine uygun güzel binalar yapabilirlerdi. Belediyeler buna engel olunca kaçak yapılan binalar böyle çirkin oldu. Bir de imar işleri projelerin cüzdanlardan geçmesine ve mideye hitap etmesine büyük ölçüde yardımcı olmuştur.

İmar teşkilatı olmayan köylerdeki binaların, imar teşkilatı olanlardan daha güzel olduğunu görmekteyiz. Çünkü birincisi akıl ile ikincisi mide ile yapılmaktadır.

Aslında bu gün ki binalar mimarların ve belediyelerin kafalarının ürünü değil belki midelerinin ürünüdür. Bunlar beyin ve akıl ile değil belki mide ile düşünerek yapmışlardır. Mideleri ile düşünüp bunları öyle ortaya çıkarmışlardır.

Allah’ın huzurunda bu binalar yapanlarından şikâyetçi olacaktır. Sade binalar mı? Tüm toplumun imar işlerinde hakkı kalmaktadır. Çirkin ve fıtrata aykırı yapılan binaları yapanlarda hem toplumun hem de Allah’ın hakkı kalmaktadır. Fıtratı değiştiren, bozan her şey sakıncalıdır, şeytan işidir.


Bu yapılar yapanlarının, planlayanlarının ve yöneticilerin kafa yapısını da doğru bir şekilde ele vermektedir. Bir belediye reisinin kafasının içi nasılsa imar planları, mimari anlayışı ve ortaya koyduğu mimari yapılar da odur. Kafasının içi güzel olanların beldesi de güzel olmaktadır; çirkin olanın ise çirkin... Kafası faal olanların beldeleri de faal, durgun olanların ki durgun olmaktır. Zıya Paşa’nın dediği gibi, “Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz.”

Biz, her meselede olduğu gibi, ülkedeki mimarinin bir beyin ve kafa sorunu olduğunu düşünüyoruz. O halde, insanların kafalarını düzeltmek, beyinlerinin içine iyi ve güzel programlar koymak gerekir. Milli Eğitimimize bu noktada büyük görevler düşmektedir.

Bize göre en büyük bakanlık Milli Eğitim Bakanlığıdır. Bu bakanlık Cumhurbaşkanlığından, Meclis başkanlığından ve başbakanlıktan da üstün bir makamdır. Milli Eğitim Bakanı çok iyi yetişmiş, dünyayı ve dini çok iyi kavramış bir kimse olmalıdır. Milli Eğitim Bakanı, ülke meselelerini en iyi bilen, bütün dünyayı tanıyan, çok okuyan, kafası çalışan, maddiyat ile maneviyatı bünyesinde birleştiren ve kafasının içi, medeniyet projesi ile dolu olan bir kimse olmalıdır.

Allah’ın sanat eserli kusursuzdur, güzeldir, harikadır, mucize çapındadır. Allah her şeyi mükemmel yaratmıştır. Kullar ise acizdir, yaptıkları ne kadar mükemmel olursa olsun, Allah’ın eserleri yanında eksik kalmaktadır.

Ancak, Allah’ın yaptıklarını, onun mucize eserlerini örnek olarak çalışmalarını sürdürenler, kendilerini çirkinliklerden kurtarırlar. Bunun için de mutlaka kafayı çalıştırmaları gerekir, mideyi değil… Çünkü bu gün yapılan işler midelerin çalışmalısının ürünüdür. Kafamızı midemize tercih edelim, çevreyi güzelliklerle donatalım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yunus Vehbi Yavuz Arşivi