Türkiye ve İran’ın kader çizgisi
Ne tuhaf değil mi?
Bölgenin en büyük ve en güçlü iki ülkesi kaderini tartışıyor.
İran’da seçim sonrasında başlayan tartışmalar, zaman zaman sokak çatışmalarıyla devam ediyor.
Türkiye’de ortaya çıkan bir belge, inanılmaz bir tartışma ve hareketlilik başlattı.
Kuşkusuz iki ülkenin kendine özgü şartlarından söz edilebilir.
Ancak büyük resimde iki ülkenin yaşadıklarının birbirinden bağımsız olduğunu söylemek çok zor.
* * *
Özür dilemeden ve tevazu göstermeden söylemeliyim ki, İran konusunda Türkiye medyasındaki değerlendirmelerin büyük bir bölümünü okumuyorum ve seyretmiyorum.
Nasıl olsa bunların Batı medyasında orijinalleri var.
Yanı başımızdaki bir ülkeyi Batı medyası üzerinden takip etmek nasıl bir tuhaflıktır bilemiyorum.
‘İran’da seçimleri Musavi kazanacak, yeşil devrim geliyor’ deyip, ardından hiçbir şey olmamış gibi konuşmaya devam etmek nasıl bir duygudur onu da bilemiyorum.
İran’ın elbette önemli sorunları var.
Mesela, dış borcu olmayan bir ülke olarak, sahici bir ekonomik model oluşturamadı bugüne kadar.
Bazı kesimlerde ciddi bir yoksulluk var.
Öte yandan zengin bir sınıfın doğduğuna dair ciddi işaretler de var.
Yolsuzluk iddiaları, bunlarla ilgili tartışmalar, dosyalar seçim öncesinde de tüm hararetiyle devam ediyordu.
Etmesine ediyordu ama, küçük bir ayrıntıyı hatırlatalım.
Bu yolsuzluk iddialarının merkezinde Ahmedinejad değil, Haşimi Rafsancani yer alıyordu. (Bu yazıyı yazarken Rafsancani’nin çocuklarına yurtdışına çıkma yasağı getirildiğini öğreniyoruz. Bu da ciddi bir hesaplaşmanın işareti.)
Nitekim seçim kampanyasında Ahmedinejad bunları dile getirince, Rafsancani onu dini lider Hamaney’e şikayet etti.
Anlayacağınız bizimkilerin ‘yeşil devrim’ diye üstüne atladığı bloktaki önemli isimler, İran’da çok ciddi bir ‘yolsuzluk’ suçlamasıyla karşı karşıya.
Devrimin ilk yıllarında 8 yıl başbakanlık yapan Mir Hüseyin Musavi, Rafsancani’nin gölgesinde sahneye çıkmasının bedelini seçimi kaybederek ödedi.
İran’da sokağın bu şekilde kışkırtılmasını, bu ülkenin daha demokratik olmasına katkı gibi görenler, ya bu ülkenin dinamiklerini hiç bilmiyorlar ya da başka bir dünya adına konuşuyorlar.
Kuşkusuz İran’da bu çekişme ve tartışmalar tüm canlılığıyla devam edecek.
Bir süre sonra ortalık sakinleştiğinde, bugün sadece Musavi taraftarlarının dile getirdiği talepler gibi görülen başlıkların, Ahmedinejad eliyle dile getirilmesi kimseyi şaşırtmasın.
* * *
İran’daki gelişmelere baktıkça 2007 yılındaki ‘cumhuriyet mitingleri’ geliyor aklıma.
Sessiz çoğunluğu yok sayanlar, meydanlardaki azınlığa bakıp neler söylemişlerdi, hatırlayın.
Ve sessiz çoğunluğun cevabını da hatırlayın.
Ne Türkiye, ne de İran’a dışarıdan ‘değişim’ dayatmak bugüne kadar sağlıklı sonuç vermedi.
Üzgünüm, burada ‘Gelsinler, bizi Brüksel’den yönetsinler’ diyenlerden ayrılıyorum.
* * *
Dün ülkemizdeki belge tartışmasına ‘pazarlık’ penceresinden bakmıştım.
‘Neyin pazarlığı?’ diye soranlar var.
Cevabı kolay.
Sahnedeki aktörleri alt alta ya da üst üste yazıyorsunuz.
Yeni aktörler, eski aktörler, yükselenler, düşenler ve güçlenenler, zayıflayanlar diye kodluyorsunuz.
Sonra hangi gücün hangisiyle pazarlık ettiğini, pazarlığın da uluslararası şartlardaki değişim nedeniyle hayli çetin geçtiğini görüyorsunuz.
Merak eden varsa, kimin kimle pazarlık ettiğini, Genelkurmay Başkanı’nın 14 Nisan’daki konuşması sonrasında yazmıştım.
Devam ediyor.
Hepsi bu kadar.