Hırsızın hiç mi suçu yok?
Şu cümleyi kurmak kolay; dış politikada zor bir dönemden geçiyoruz. Şunun cevabını vermekse cidden zor: İşler nereye gidiyor.
Irak Başbakanı Nuri el Maliki, Başbakan Recep Tayyip Erdoğanla yaptığı telefon görüşmesinin ardından, katıldığı bir yayında, Türkiyeyi içişlerine karışmakla suçladı. Malikinin bu yaklaşımı kelimenin tam anlamıyla iki yüzlülük.
Irakta seçimlerin hemen ardından Türkiyeden kendisini desteklemesini, yani müdahale etmesini isteyen Maliki, şimdi aynı ülkeyi içişlerine karışmakla suçluyor. Kuşkusuz o dönemde Türkiyenin Irakta istediği hükümet modeli ve aktörler farklıydı. Maliki, aklınca o dönemin faturasını çıkarmaya çalışıyor. Ama kestiği faturanın tüm Iraka zarar vereceğini görmezden geliyor. Bu arada, Ankaranın Bağdatta kurulacak hükümetle ilgili kaygılarının ne denli haklı olduğu da, Malikinin bir çete reisini andıran tarzıyla tescil edilmiş oldu.
Türkiye ile Maliki hükümeti arasındaki devam eden Tarık Haşimi krizinde, Bölgesel Kürt yönetiminin tavrı başından itibaren çok açık. Haşimiyi Bağdata teslim etmediler ve Cumhurbaşkanı Celal Talabaninin son açıklamasında da vurgulandığı üzere yargılama Kerkükte yapılacak.
Barzaniye Ankara markajı
Peki bu gelişmeler Ankaranın kontrolü dışında mı gelişiyor. Elbette hayır. Sözgelimi Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu Erbildeydi ve Mesut Barzani ile kritik bir görüşme yaptı. Aynı saatlerde Bağdatta toplanan ulusal konferansta, Irakın geleceğine dair yapılan görüşmeler sonuç vermedi. İki nedenle. Birincisi Maliki giderek hırçınlaşan üslubuyla bu zemini etkileyecek kadar güçlü değil. İkincisi, Barzaniyi diplomatik anlamda sıkı bir markaja alan Türkiye, konferansı daha baştan sonuçsuz kıldı.
Kim nereden bakarsa baksın, zor bir dönemin yaşandığı üzerinde herkes hemfikir. Nitekim dün Türkiyenin Bağdattaki Büyükelçiliğine yönelik roket saldırısı da, gelişmelerin hangi noktaya geldiği konusunda bize ciddi bir fikir verebilir.
Ankaranın Irak Kürtlerini ve Sünni Arapları daha yakınında tutan politikasını eleştirenler, başka ülkelerin ayrıştırıcı politikalarını ısrarla yok sayıyorlar. Öncelikle bu yakınlığın tarihsel bir karşılığı var ve Türkiye Kürtlere ya da Sünni Araplara verdiği desteği, asla mezhep temelinde inşa etmedi. Bunun aksini gösteren tek bir örnek verilemez. Hatta, bu doğal ve tarihsel yakınlığı yeterince cesurca değerlendiremediğini bir eleştiri olarak dile getirmekte yarar var.
Tarihin kodlarını keşfetmek
Aynı tablo Suriyede olanlar ve olacaklar için de geçerli. Kiminle ne kadar yakın olacağınız ve nereye kadar yürüyeceğiniz tarihin kodlarında yazılıdır. Bunu keşfettiğiniz kadar güçlü olabilirsiniz, hepsi bu.
Coğrafya kaderinizdir, ötesinde fantezi aramanın kimseye yararı yok. Birileri Türkiyenin doğal sınırlarında istediği gibi at oynatacak, kargaşa çıkaracak, harita çizecek, oyun kurup oyun bozacak. Türkiye de buna sessiz kalacak öyle mi? Ne adına, kim adına?
Birileri içine kapanık, utangaç, sınırlarının ötesine bakmaktan korkan bir Türkiyeye fena halde alıştırmış kendisini. Kimse kusura bakmasın, hatalara, eksiklere, yanlışlara, ürkekliklere rağmen o Türkiye çok gerilerde kaldı.
Kendi iç dengelerini yeniden kuran, tarihiyle, yanlışlarıyla, gayrı meşru güç merkezleriyle hesaplaşan bir ülkenin, ne bunlardan geri adım atacak, ne de oturup kendi evinde kaderini bekleyecek hali var.
Takip edenler bilir. Türk dış politikasına çok sert eleştirilerim oldu, bugün de olacak, yarın da. Ama şu son gelişmelerde kimilerine şöyle demekten de kendimi alamıyorum.
İnsaf edin, hırsızın hiç mi suçu yok!