Suriye kimin umurunda

Suriye kimin umurunda

Suriye’de son birkaç gündür yaşanan olaylar, kamuoyunda haklı tepkilere yol açtı. Sınır komşumuzda yaşanan gelişmeler Türkiye’de ve İslam dünyasının geniş bir kesiminde kaygıyla ve üzüntüyle takip ediliyor.

Meseleye Suriye’nin kendi iç dinamikleri açısından baktığımızda, bu ülkede yaşayan herkesin, daha adil ve geniş kesimlerin temsiline dayanan bir yönetime hakkı olduğu çok açık. Yıllar yılı Baas’ın ideolojik şemsiyesi altında, nüfusun yüzde 12’sini oluşturan bir azınlığın yönetimde olması, neresinden bakarsanız bakın kabul edilemez.

Neredeyse bir yıla yakın zamandır ülkede sular durulmuyor. Binlerce insan hayatını kaybetti. Rejimin sahipleri reform ya da ılımlı yaklaşımlar sergilemek şöyle dursun, giderek sertleşiyorlar.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde Suriye’yi konu alan bir metnin karara bağlandığı, daha doğrusu Rusya ve Çin’in vetosuyla bağlanamadığı bir süreçte, ülkede olayların yeniden tırmanması elbette manidar. Rakamlar sürekli değişiyor, ama önemi yok. Sonuçta tek bir insanın bile hayatı her şeyden değerli. Ama Suriye üzerinde hesap yapanların penceresinden ölü sayısı, sadece taktik anlamlar taşıyor.

İki bloğun çatışma alanı

Bir yandan durduk yerde Suriye’deki rejimin baskıcı, otoriter, mezhepçi olduğunu keşfeden bir blok. Diğer yanda Esad rejimi ne yaparsa yapsın onu meşru sayan, rejim kendisini koruyor tezini savunan öteki blok. Bu noktada ne birinci blokta yer alan ABD ve bazı Batılı güçlerin, ne de işin diğer yanında yer alan Rusya, Çin ve İran bloğunun hak, adalet yahut özgürlük gibi bir derdi olduğunu söylemek mümkün.

Suriye, bütün bu güçlerin ya doğrudan hesaplaşma alanı, ya savunma hattı ya da bir başka güce mesaj verme zemini olarak, kelimenin tam anlamıyla kullanılıyor.

Rejimin yoluna böyle devam edemeyeceği çok açık. Ancak, burası bizi daha çok ilgilendiriyor; bugün yarın, üstelik ABD ve müttefiklerinin istediği gibi değişmeyeceği de çok açık.

Bazı konuları birbirine karıştırıyoruz. Suriye’de yaşananlara kamuoyunun, özellikle de vicdanların tepki göstermesi son derece normal ve hatta olmaması eksiklik sayılmalı. Ancak devlet politikasının tüm bunları dikkate almakla birlikte daha soğukkanlı ve uzun soluklu olması gerektiği de bir başka gerçek.

Derin Suriye’yi hafife almak

Karşımızda uzun yıllardır kendisini halkına karşı örgütlemiş bir yapı var. Oğul Esad döneminde bu yapının gevşediğini söylemek zor. Hatta daha kötüsü Beşer Esad babasının aksine ipleri ülkedeki derin yapıya tamamen teslim etmiş durumda.

Kendisini savunma ve korku temelinde örgütleyen bu yapının, aynı zamanda İslam tarihinde özel bir anlamı olan Şam geleneğinden devamı olduğunu da unutmayalım. Üstelik şimdi kendisini saldırı altında hissettiği için, daha da kenetlenmiş durumda ve bu da onu aklı başında tüm seçeneklerden uzak tutuyor.

Bu arada Suriye konusunda daha farklı bir bakış açısı getiren, açıkçası çok daha soğukkanlı bir analiz önermek istiyorum. Politik Psikoloji Derneği’nin yayınladığı ve Dr. Rifat S. İlhan ve Prof. Abdülkadir Çevik tarafından hazırlanan ‘Empati ve Hayatta Kalma Mücadelesi: Türkiye’nin Suriye Stratejisi’ başlıklı çalışmaya göz atmakta yarar var. (www.ppd.org.tr)

Katılıp katılmamanız önemli değil, farklı bakış açılarına ve daha soğukkanlı yaklaşımlara ihtiyacımız var. Çünkü Suriye sorunu, iç politikadan bölgeye, hatta küresel ölçeğe kadar çok ciddi sonuçlar üretecek bir yere doğru ilerliyor.

Suriye konusunda hala farklı bir pozisyonda durabilen, yukarıda bahsettiğim her iki blokla da konuşabilen, dolayısıyla hiç olmazsa daha az kan dökülecek seçeneklerin adresi Türkiye. Ancak manevra alanı giderek daralıyor, bunu da not edelim bir kenara.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi