Biz yapmamalı mıyız?..
Uçmayı sever misiniz?.. Uçmak derken, kuş gibi uçmaktan bahsetmiyorum tabii; uçak yolculuğundan bahsediyorum. Uçak yolculuğu, istisnalar bir yana herhalde herkesin sevdiği ve ama yine herkesin biraz da tırstığı bir olaydır. İnsanlar ayaklarının yerden kesilmesinden pek hazzetmezler, malum...
Onlarca hatta yüzlerce kişiyi içine alarak ilden ile, ülkeden ülkeye götürebilen kocaman kuşlar, insanoğlunun belki de en önemli icatlarından biri.
Havacılık, daha doğrusu havayoluyla seyahat, dünyada olduğu gibi ülkemizde de oldukça gelişen bir sektör.
Belli başlı bütün illerimize uçaklarla gidilebiliyor artık. Ve rekabet sebebiyle, fiyatlar da makul düzeylere inmiş durumda.
Semalarımızda uçan ve ülke insanını oradan oraya taşıyan uçakların tamamı da yabancılar tarafından yapılmış.
ABD, Almanya, Fransa, İngiltere, İspanya, Kanada yapımı uçaklarla uçuyoruz yani...
Uzun menzilli ve çok sayıda yolcu taşıyan uçakların yapımının zor olduğunu; büyük mali imkana, uzun araştırma geliştirme çabalarına ve başka bir sürü şeye ihtiyaç olduğunu, biliyoruz.
300 ya da 500, hatta 800 kişi taşıyan büyük gövdeli uçaklar, yapımı zor uçaklar.
100-200 kişi arası yolcu taşıyabilenler de öyle...
Ama 20, 30 ya da 50-60 kişi gibi az sayıda yolcu taşıyacak ve birbirine yakın iller arasında uçacak türden yolcu uçakları olsun yapamaz mıydık?..
Havacılık tarihimize bir göz attığımda, en azından bu türden uçakları yapabilirdik gibi geliyor bana...
1930'lu ve 1940'lı yıllarda başlayan teşebbüsler desteklense, uçak yapımı hususunda faaliyet gösteren girişimlerin önünü açacak adımlar atılsaydı, yapabilirdik.
Kamu tarafından başlatılan girişimler ya da havacılık konusunda efsane isim olan Nuri Demirağ'ın teşebbüsü akim kalmayabilseydi, şimdi belki büyük yolcu uçakları bile yapabilir durumda olabilirdik, olmadı...
Ülkemiz sanayileşmesinin gelişmesi ya da gelişmemesi ile ilgili problem, dış etkiler ve kesinlikle onunla bağlantılı olarak iç mekanizmalarla ancak açıklanabilir.
Sadece uçak mı?..
Bu ülkenin kendi uçağını, kendi helikopterini, kendi arabasını... yapamaması; bazı kafalarda telkin yoluyla oluşturulan 'biz yapamayız' şeklindeki kanaatle yakından alakalıdır...
Ve bu kanaat kesinlikle masum bir kanaat olmayıp, 'Aman teknolojilerini geliştirip birşeyler yapmasınlar ve bize pazar olmaya devam etsinler' şeklindeki niyetin oluşturduğu ve devamına sürekli olarak katkıda bulunduğu bir kanaattir.
Bir ucunu düpedüz ihanetin ve diğer ucunu da, belki gafletin oluşturduğu bir kanaat.
Balkanlar, Türki Cumhuriyetler, Ortadoğu, Kuzey Afrika, ülkemizin tabii çevresi.
Ve bu çevre, geçmişte olduğu gibi şu anda da hakikaten büyük bir Pazar.
Tek başına ya da çevresindeki ülkelerle işbirliği yaparak sanayisini gerçek manada geliştirmiş bir Türkiye, bölgenin başlıca tedarik merkezi olabilir ve bu durum bizi bulunduğumuz noktadan daha ileriye taşımış olurdu.
30'lu ve 40'lı yıllarda yaşananlar geride kaldı ama son yıllarda atılmaya çalışılan adımların da önünün kesilmeye çalışıldığına şahit oluyoruz.
Geçtiğimiz hafta sonu İstanbul'da yapılan D-8'in 12. kuruluş yıldönümü toplantısında anlatılanlardan anladığımız kadarıyla, üye 8 ülkenin atması düşünülen adımların başında sanayi ve teknoloji alanında işbirliği yapılması geliyormuş.
Tasarlanan şeylerin tamamı değil sadece bir kısmı yapılabilmiş olsaydı bile, ülkemizin ve ilgili diğer ülkelerin manzarası bambaşka olabilirdi.
Ama olmadı...
Anlayacağınız, 'bunlar bir şey yapmamalı' şeklinde düşünenler hep işbaşında...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.