Ekmek ve katık...
İşçilerimiz, memurlarımız, emeklilerimiz, köylülerimiz... ne durumdadır acaba?.. Rivayetler muhtelif. Kimine göre -ki, bunlara iyimserler diyebiliriz-, durumları oldukça iyi. Yedikleri önlerinde, yemedikleri arkalarında; bir elleri yağda, öbürü de balda gibi yani.
İşçi ve memur çalışıyor ve kazanıyor; bununla da bütün ihtiyaçlarını karşıladıkları gibi, az da olsa tasarruf bile edebiliyorlar, iyimserlere göre. Emekliler de, bunca yıl çalışıp hizmet etmelerini karşılığı olarak, yorgunluk atıyor, hayatlarını yaşıyorlar.
Üreticiler mi? Onlar daha da iyi. Üretiyor ve ürettiklerini karşılığı olarak yeteri kadar para alıyorlar. Çeşitli sebeplerle üretmemeleri gerektiğinde de; destek, prim gibi bazı ödemeler yapılıyor kendilerine ve böylelikle geçinip gidiyorlar.
Ama başka bazılarına göre -bunlara da kötümserler diyelim, müsaadenizle-, işçi, memur, emekli ve köylülerin durumları çok vahim. O kadar ki, nerdeyse açlıktan ölebilecek bir durumdalar ve yaşayabilmek için olmadık sıkıntılara katlanmak zorunda kalıyorlar.
İşçilerin aldığı asgari ücret, sefalet ücreti; memurların durumu bundan farksız. Emeklilerin durumunu söylemeye bile gerek yok. Maaş kuyruklarında heba oluyorlar. Hele köylü ve çiftçi... Onların durumu iki kere vahim; üretim maliyetleri sürekli olarak arttığı ve buna karşılık satış fiyatları yerine saydığı, hatta düştüğü için doğru dürüst üretemiyorlar bile. Gübre şu kadar, mazot bu kadar, bir traktörün fiyatı çıkmış ta nerelere...
İyimser ve kötümserlerin söylediklerinde doğru taraflar da var, şüphesiz. Ama İfrat ve tefrit kıskacından yine de kurtulamıyoruz; her zaman olduğu gibi.
Hükümet yetkilileri tarafından yapılan açıklamalar, işin ifrat tarafını teşkil ediyorken; muhalefet ve bazı işçi kuruluşları tarafından yapılan açıklamalar da tefrit tarafını oluşturuyor.
Peki ama işin gerçeği ne?
Yani, sabit ve dargelirlilerin durumu ne alemde?
İşçi, memur, emekli; ürettikleri ile geçinmek durumunda olan köylüler... Onların gerçek durumu nasıl acaba?..
Meselenin gelip dayandığı yer, gelir dağılımında adalet meselesi.
Finans sektörünün gözde haline geldiği, ne ifade ettiğini insanımızın çoğunun anlayamadığı borsa hareketleri, fiyatların oynamasında ciddi bir etken. Toplum olarak maruz kaldığımız söylenen krizden, geniş kesimler alım güçlerini kaybedip çıkarken, bankalar ve finansla uğraşan diğer kurumlar kârlılıklarını artırarak çıktılar, her nasılsa...
Borçluların sayısının gün geçtikçe arttığını yazıyor gazeteler. Takipteki çek ve senet kavramına şimdilerde kredi kartları da eklenmiş durumda. Kredi dağıtım mekanizması biraz da başıboş işlediği için; işçi, memur ve emeklinin zaten kıvrandığı borç girdabına, üretici sıfatı taşıyan köylümüzün de girdiği ve üretim yapıp borçlarını ödeyemedikleri için tarlalarını, bahçelerini kaybetmeye başladıkları şeklinde haberler yayılıyor her tarafta. İnsanların oy vermelerine etki eden mekanizmaların, içinde bulundukları durumla bağlantısı henüz kurulamadığı için de, gidişatın seçmenler tarafından değerlendirilip gereğinin yapılması ümidi, pek yok...
Yöneticilerimizin, yönettikleri insanların durumunu gereği gibi kavrayıp, onların sadece bir kısmının değil, mümkün olduğu kadar geniş kitlelerin refahını artıracak yol ve yöntemler bulması gerek.
Üretebilecek olanlara üretme imkanları sağlanıp, bir şekilde paçasını bankalara kaptırmış olanlara da bir kurtuluş yolu bulunmalı, vakit çok geç olmadan.
Açlıktan ölen yok, tamam. Ama sadece kuru ekmek yetmez, katık da lazım...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.