'Gazeteciliğe özgürlük!..'
70'li yıllarda, tanınmış romancılarımızdan birisi ile muhabbet eden bir gurup arkadaş, bir süre sonra hemen her konuda benzer fikir ve görüşlere sahip olduklarını anlayınca, romancıya: "Neden kendinizi solcu olarak tanıtıyor ve öyle tanıtılmanıza müsaade ediyorsunuz ki?.. Anlaşıldığı kadarıyla bazı hususları yerine getiremiyor olsanız da, siz aslında inançlı bir insansınız; yani bizdensiniz. O halde yeriniz bizim aramız olmalı değil mi?" derler.
Romancı, 'pışıık' der arkadaşlarımıza; "O kadar saf mıyım ben? Sizin aranızda olmanın bana sağlayabileceği ne var ki. Büyük ihtimalle kısa bir süre sonra fakirlik tehlikesi ile karşı karşıya kalırım. Halbuki şimdi hiçbir problemim yok, gayet iyi bir şekilde geçinip gidiyorum, çok şükür" şeklinde cevap verir.
Yukarda nakletmeye çalıştım konuşma, belki içinde kısmen şaka unsurları barındırıyor olsa da, gerçektir. Ülkemizdeki basın hayatı, özellikle de belli bir konuma ulaşabilmiş insanlar açısından, tam bir yalanlar geçididir. Eski Cumhurbaşkanlarından Süleyman Demirel'in 'dün dündür' şeklindeki meşhur sözü, medya alanındaki birçok insan için geçerli bir sözdür maalesef.
12 Eylül'ün kudretli generali Kenan Evren, bu gibilerin 12 Eylül öncesi ve sonrası takındıkları birbirine yüz seksen derece zıt tavırlardan gına geldiği için olsa gerek, 1997 yılında, '12 Eylül'den Önce ve Sonra Ne Demişlerdi? Ne Dediler? Ne Diyorlar?' isimli bir kitap yayınlamıştı. Her ne kadar Evren, bahse konu ettiği yazarları teşhir etmek niyetiyle kitabı kaleme almadığını söylemiş olsa da, eninde sonunda kitap bu işe de yarıyordu.
Gazeteci, yazar, televizyoncu... Bunların önemlice bir kısmının, yapmakta oldukları şeye sadece bir iş olarak baktıklarını ve çoğu zaman kendilerini de ifade etmeyen, ama mecburen yaptıkları şeylerden ciddi şekilde rahatsızlık duyduklarını söyleyebiliriz. Tabii ki genellenmemesi gereken bir husustan bahsediyoruz. Ama, mesela son on ya da yirmi yılın olaylarına ve bahsini etmeye çalıştığımız kesimin akış içerisindeki tavırlarına baktığınızda, manzara gün gibi ortaya çıkıyor.
Yazdığı gazete ya da program yaptığı televizyonda vaktiyle yapmak zorunda kaldıkları dolayısıyla pişmanlıklarını dile getirenlerin sayısının hayli yüksek olduğu malum; bu sayının, henüz bu türden itiraflar yapabilecek kıvama gelmeyenler düşünüldüğünde, çok daha yüksek olduğu da keza.
Mesele, 'kahrolası hanede evlad ü iyal var' sözüyle açıklanabilecek kadar basit değil. Çünkü, -en azından ülkemizde- açlıktan ölen olmadığı biliniyor. Ancak insanın alıştığından mahrum kalma korkusu ile açıklanabilecek bir durumla karşı karşıyayız belki de...
Yüksek hayat standartlarını muhafaza edebilmek uğruna, sadece bir kısım fertleri değil, ülkemizi ve milletimizi ilgilendirebilecek önemli konularda bile yanlışlar yapılabileceği ihtimali, doğrusu vahim bir durum.
Bu kadar da olmaz şeklinde düşünebiliriz tabii. Ancak 28 Şubat sürecinde, 'uçurumun eşiğine gelmiş olan memleketi kurtarıyoruz' kuyruklu yalanının peşine takılan medya silahşörlerinin, ülkenin birkaç on milyar dolarının hortumlanmasındaki paylarını unutmamak gerek...
Son günlerde, tutuklanan bazı gazeteciler için 'gazetecilere özgürlük' kampanyaları düzenleniyor.
Ancak, bana öyle geliyor ki, esas olarak 'gazeteciliğe özgürlük' talebinde bulunmak gerekiyor. Ülkemizde yapıldığı haliyle, yapılmakta olan gazetecilik filan değil çünkü...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.