SAF
Hadise birebir gerçek. Adapazarı civarında yıllar önce mark satan bir kalpazan çetesi yakayı ele verince hâkim soruyor,
-Niçin mark basıyordunuz?
Kalpazan lâfı eveleyip gevelemeden bastırıyor cevabı,
-Türk Lirası değersiz; basmaya değmez, o yüzden mark bastık!
*
O paşamızın adını bir türlü çıkaramadım; hatırlamam da gerekmez zaten. Ne demişti vaktiyle hükümeti eleştirirken,
-Bunlarda akıl yok! Elinde mis gibi matbaa makinelerin var, kâğıt da bol. Bas yeşil dolarları, ekonomiyi bir haftada çıkarırsın düzlüğe, vatandaşın cebi para görür, kalkınma hızlanır!
*
Geçenlerde bir köşe yazarımız, okuyucusundan gelen mektubu yayınlamıştı; okuyucu da aynı tez üzerinde duruyor: "Üç kuruş maaşla geçinemiyoruz. Hükümet para bassın, vatandaş biraz nefes alsın, cebimiz para görsün. Kurtulalım şu yoksulluktan!"
*
"Con Ahmet'in devridaim makinesi" diye bir tâbir vardır Türkçe'de. Devridaim makinesi demek, bir kere hareket verildikten sonra kendi gücüyle ebediyyen çalışan makine demek. Devridaim makinesi demek bedava ve hiç tükenmeyen enerji demek. Devridaim makinesi demek termodinamiğin temel kanunlarını amuda kaldırıp takla attırmak demek.
Günün birinde içimizden birisi bir devridaim makinesi yapmaya muvaffak olursa hiç şüpheniz olmasın ki artık özel sektörde veya devlet matbaalarında hırsızlama gece mesaisi yapıp para basmaya hâcet kalmayacaktır; devridaim makinesi, para basan matbaalardan daha fazla değer üretir.
Harikulade bir makine, sadece bir kusuru var: İmkânsız! Çünkü "enerjinin sakınımı" diye bir kanun var, ona aykırıymış; öyle diyorlar!..
Enerjinin sakınımı kısaca şu: Enerjiyi yoktan var edemezsiniz. Enerji kullanan hiçbir makine % 100 veya ondan daha üstün bir verimle çalışamaz.
Lâf!..
Bizde mucitler, sıradan makineler icad edip onları geliştirmekle uğraşmazlar pek. "Kim uğraşacak bu çoluk-çocuk işleriyle?" diye düşündüklerinden olsa gerek yerli mucitlerimiz işi kökten halledecek o en büyük makineyi yapmak için kafa tüketirler. Con Ahmet'in devridaim makinesi, bu gibi bilimsel atılımları niteleyen toptan bir deyiş. Vaktiyle Ahmet nam biri varmış (tesadüfe bakınız; adamla adaşız!); demiş ki, "Aga şimdi ben bir akü alırım, aküyü de bir motora bağlarım, motor çalışmaya başlar. Bu motora da bir dinamo bağlarım. Dinamo da mecburen elektrik üretmeye başlar. Dinamodan aldığım enerjinin bir kısmını aküye, kalan kısmını da elektrik motoruna verirsem, bu düzenek kıyâmete kadar çalışır mı çalışmaz mı?"
Con Ahmet kendine sorduğu bu soruya, "Çalışır arkadaş!" diye cevap vermiş olmalı. Düzeneği hazırlarken, "Akılsız herifler, şu kadar pratik bir şeyi niçin benden önce akleden olmamış, hayrettir" diye bıyık altından gülmüştür eminim.
Her neyse, aküyü motora, motoru dinamoya, dinamoyu da aküyle motora bağlayan Con Ahmet şalteri indirmiş? Ne olmuş tahmin ediniz?
Bilemediniz; devridaim makinesi çalışmaya başlamış; çalışmış, çalışmış, çalışmış veeee
Akü tükenince durmuş!
İsteyen deneyip görür; dediğim çıkmazsa ben de termodinamiğin temel kanunları bilmiyorum demektir ve üstelik ayrıca çok sevinirim; çünkü devridaim makinesinin çalışması demek milletçe, hatta bütün beşeriyet namına yırttığımızın resmidir. O andan itibaren dünya tarihi değişir; kurt kuzuyla yatar. Siz sayın ki dünya olmuş bir cennet-i âlâ. İktisatçılar, muhasebeciler, bankacılar, tefeciler işsiz kalmış; her şey bedava. Yoksulluk sona ermiş, zengin-fakir ayrımı ortadan kalkmış. Çalışmaya ihtiyaç yok. Yaşamak için gereken tek şey, gölgelik bir yerde hamağı kurup akşama kadar yatarak sağı solu seyretmekten ibaret!
"Peki herkes yan gelip yatarsa ekmeği domatesi, tereyağını, gazozu nereden bulacağız?" diye düz mantık işletip tadımızı kaçırmanın alemi yok; diyelim ki çok az çalışacak ama hiç darlık çekmeden yaşayacağız; öyle bir şey!
Hatırlarsınız, Komünistler de buna benzer bir cennet vadetmişlerdi; demişlerdi ki, "Gücünüz yettiği kadar çalışacak, neye ihtiyacınız varsa temin edeceksiniz; bu kadar basit!"
O günden beridir- "Acaba bizim Con Ahmet'in devridaim makinesi, Komünizm'in ta kendisi gibi bir şey miydi?" diye düşünmüşümdür, çünkü ikisi de, insanın yeryüzünde çalışıp-didinerek kıt-kanaat geçinmesini temelden sona erdirecek birer Conahmetlik projesidir netice itibariyle...
Daha sonraları bu çabalara bir de Erke Dönergeci ilave edildiğini biliyorsunuz. Dünyayı kurtarma merakımız bir türlü yatışmadığı için bu defa işe ağırbaşlı emekli generaller de katılmış ve Türkiye'yi bir anda bulunduğu yerden önce yukarı, sonra ileriye doğru zıplatarak çağlar üstünden aşırıp yarına konduracak "nihai buluş"u yaptıklarını, fakat nazar değmesin diye şimdilik açık etmeyeceklerini ileri sürmüşlerdi de neticesi Con Ahmet'in devri daim makinesi veya Devrim otomobili gibi olmuştu.
Olmamıştı; çünkü olamaz, olmaz.
Devridaim makinesi işletmeye nisbetle kalpazanlık yapmak çok daha ciddi, ağırbaşlı ve bilimsel bir çaba anlamına gelir.
*
Eğer yabancı gazete, dergi ve ajansları tarayarak dünyada neler olup bittiğinden anında haberdar oluveren araştırmacı gazetecilerden biri olsaydım, "Bir icat yaptım, dünyanın tarihi değişti." diyebilmek için fazla gelen zekâsının taşan kısmını bu tip icatlarda bulunmak için harcayan insanların başka yerlerde ve toplumlarda da görülüp görülmediğini incelerdim.
Aslında araştırmaya gerek yok. Biz bu araştırmadan kesinlikle birinci çıkarız.
Nitekim geçmişte Avrupalı bilim adamları arasında devridaim makinesi yapmak için çabalayıp bilahire kafayı oynatanlar çıkmıştır fakat bir Erke dönergeci projesi tasarlayabilecek çapta bilim adamları son üç asırdan beri görülmüyor oralarda...
Avrupalılar sıradan ve insanda saygı uyandırmayacak şeylerin icadıyla uğraşıyorlar. Biz öyle değiliz; biz insanlığı toptan ve bir anda kurtarmak yerine gıdım gıdım süründürecek sıradan şeylerle uğraşmayı zül kabul ediyoruz. Bizde -nasıl derler- cihanşümul bir nosyon var.
Çalışıyoruz olmuyor fakat bu hiç olmayacak anlamına gelmez. Bir gün tutturacağız; göle tuttuğumuz maya tutacak; cümle alem sittin sene yoğurdu bedava yiyecek; o gün bir de Erke dönergeciyle Con Ahmet'in devridaim makinesinin de çalışacağı tutarsa alın size devrim.
Üstelik öyle "bilimsel devrim", "Ekim devrimi", "4 Temmuz devrimi" filan gibi tırışkadan devrim olmayacak bu. Taş gibi devrim olacak!
*
Soru: Milletçe "saf" mıyız?
Cevap: Sorusu bile abes: Gayet tabii!
Öyle olmasa -adı lazım olmayan bir siyasi partimiz- geceleyin oy verdiği kanunu, ertesi gün, "Aman hakim amca, ben ettim, sen düzelt." diye Anayasa Mahkemesi'ne götürür müydü ayol?
Saflığımızın yüzsuyu hürmetine ekmek bulabiliyoruz biz.
Torpilliyiz!