Büyük ev, büyük araba, büyük porsiyon...
Hayat bir şekilde akıp gidiyor. Bizim için olduğu gibi; Afganlılar, Iraklılar, Filistinliler, Çeçenler ve Doğu Türkistanlılar için de...
Hayat, sıkıntı içerisinde olan kardeşlerinin sıkıntılarını durdurabilmek, en azından paylaşabilmek için birşeyler yapabilmeleri mümkün olduğu halde, parmaklarını bile kıpırdatmayanlar için de, akıp gidiyor.
Uygun bahaneler buluyor; dünyada neler olup bittiği ile fazla ilgilenmeyip, kafalarını kuma sokmayı tercih ederek, 'kafamızı çıkardığımızda bütün problemler bitmiş olsa ne güzel olur' şeklinde hayaller kuruyorlar, bazıları...
Görünüşte ne kadar da rahatlar!..
Bol para, bol imkan.
Akıllarına esen her şeyi yapabilecekleri düşüncesi akıllarını başlarından almış durumda. Sahip olduklarını zannetiklerinin kontrol altında olduğunun; izinsiz tek kuruş bile harcayamadıklarının farkında değiller...
Hayat, doğrudan ya da dolaylı olarak hayatı çekilmez hale getirenler için de akıp gidiyor...
Onlar açısından fazla problem yok gibi. İşleri tıkırında yani.
Kurallara uydukları ve fazlaca esnetme gayretine girmedikleri takdirde, hayatlarını rahatlıkla idame ettirebilecekleri fanuslarda yaşıyorlar.
Her şeyleri akıl durduracak kadar düzenli. Kaliteli bir saat gibi, tıkır tıkır işliyor.
Zaman zaman fazla rafine yaşamanın yan etkileri olarak, seri katiller ve okul ve benzeri mahallerde küçük çaplı katliamlar gibisinden risklerle karşılaşıyor olsalar da, fazla problem değil. O kadarı kadı kızında da olur yani.
Bu, muntazam ve mükemmel hayatın(!) faturasının, kim ya da kimler tarafından ve nasıl ödendiği de, umurlarında bile değil.
Bütün mesele büyük arabalar, büyük evler ve büyük porsiyonlara sahip olabilmek, onlar açısından...
Onlar büyük arabalara binebilsinler, büyük büyük evlerde yaşayabilsinler ve büyük porsiyonlar tıkınabilsinler diye, dünyanın çeşitli coğrafyalarında insanlar aç ve açık bırakılıyor, sürülüyor hatta öldürülüyorlar.
Çünkü herşeyin büyüğü peşinde koşanlar, kalabalık dünya nüfusunun rahat etmesi durumunda bazı şeylerin küçüleceğinden, azalacağından korkuyorlar.
Onlara, 'mal ve hizmetlerin sınırlı, ihtiyaçların sınırsız olduğu' öğretilmiş; 'bereket' denilen şeyden habersizler...
Paylaşmanın sıkıntı getireceğini düşünüyor; pay isteme ihtimali olanların arasına fitne sokup, onların birbirini yok edebilmesi için zemin hazırlamayı tercih ediyorlar.
Fitne çıkarmak ve insanları birbirine kırdırmak konusunda, ne kadar da başarılılar(!)...
Aynı bölgede yaşayan; güneşinden, yağmurundan beraber faydalanan, sıkıntılarına beraber katlanan insanları, birbirlerini katletmeleri konusunda ikna etmeyi başarabiliyorlar mesela...
Onların birbirlerini katletmeleri için makul ve mantıklı sebepler(!) bulup, aralarında yayınlaşmasını sağlıyorlar. Bazı coğrafyalarda kabile ya da kavim asabiyetini devreye sokuyor, başka bazı yerlerde dini ya da mezhebi sebepler buluyorlar...
Bunların olmadığı yerlerde, yine sudan sebeplerle başlatılmış kan davaları ya da husumete sebep olabilecek başka başka şeyler...
Belki bir ceviz kabuğunu bile doldurmayacak tartışma konularını, içinden çıkılması güç meseleler haline getiriyorlar, kolaylıkla.
Biraraya gelip azıcık konuşabilseler, büyük ihtimalle birbirlerine sarılabilecek insanlar, ellerine tutuşturulmuş silahları konuşturuyorlar sadece...
Bir ve beraber olabilseler her türlü problemi aşabilecek kaabiliyet ve kapasitede olanlar, birbirlerini kırıp dökmekle o kadar meşguller ki, birilerinin deveyi hamuduyla götürmekte olduğunun farkına bile varamıyorlar...
Ve 'develeri hamutlarıyla götürenler', dünyayı yaşanmaz hale getirebilme başarısını(!) sürdürüyorlar böylelikle...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.