Sensin Anadolulu!
Cevap hakkım doğdu.Sadece benim değil, benimle beraber şöyle böyle 60 milyon küsur Anadolu ahalisinin bu lâflar hakkında söz söyleme hakkı bulunuyor.
Anadolu ahalisi ki, -bilirim çünkü neredeyse hepimiz oralıyız- böyle durumlarda "Durunuz şuradan bir cevap hakkımı kullanayım; ince eleyeyim, sık dokuyayım; eleğimi getirin, tarağım nerede?" diye kendini helâk etmez, kısa, mâlum ve basit nidâ ile meseleyi bağlar.
-...!
Öyle bir bağlar ki, neticede bu defa karşı tarafın cevap hakkı doğar; hattâ, "Kişilik haklarıma saldırı var hâkim bey; bu Anadolulu tiplerden manevî saldırı ve ezâ gördüm; bana biraz para versinler!" diyerek avukatlarını mahkeme kapılarına yollarlar.
Onun için düşünüyorum; bir Anadolulu olarak cevap hakkımı kullanayım mı, yoksa bahara mı bırakayım?
Cevap hakkımı kullanırsam, lokal anestezi cihetine giderek yaprak döneri tarzında ince kıyım bir stil mi uygulayayım, yoksa oduncu esnafının kütük kırmakta tercih ettiği cinsten kısa ve sert bir darbe ile mi iktifa edeyim?
Hâlâ düşünüyorum!
-Neyi düşünüyorsun abi, meseleyi anlatsan da biz de bilsek diyeceksiniz; anlıyorum.
En iyisi ben meseleyi size anlatayım; siz okurken kararımı veririm.
*
On gün kadar önce bir kısım medyaların "magazinel" sayfalarında toplam olarak 508 karakterden müteşekkil bir haber yayınlandı.
Bu "magazinel" lâfına bayılıyorum; magazine ciddî, ağırbaşlı, oturaklı hatta entelektüel bir hava veriyor; insanın duyduğunda kılığını kıyafetini düzeltip, yakasını bağrını düzeltesi geliyor. Ne var ki burada oturup uzun uzadıya etimolojik tahlil yapacak değilim; bu "magazinel" kelimesi, bana az sonra haberin baş aktrisi olan sayın bay'ı (sayın bay ibâresi burada kasd-ı mahsûs ile, hattâ "hörmeten" tercih olunmuştur!) tam da istediğimiz kıvamda tarif ve tavsif ettiği için hakkında biraz bilgi vermek ihtiyacı duyuyorum.
Evet, bu bay magazinel bir bay'ın -kendisinin bu nitelemeye itiraz edeceğini zannetmem- bilakis gizli veya düpedüz aleni bir iftihar hissesi çıkarması bile mümkündür.
Tamam, meseleye geçeceğim ama belki bilmeyenleriniz vardır; yukarıdaki cümlede geçen 508 karakter ibaresini de izah etmem lazım.
Bilgisayar kullananlar biliyor; bir metnin uzunluğu, eskiden olduğu gibi sayfa sayısı ile değil, karakter miktarı ile ölçülüyor: 508 karakter, bu haberde –noktalama işaretleri de dahil- tam tamına 508 harf kullanıldığını belirtmektedir.
Eh, şimdi o haberi veriyorum:
*
Sosyetik güzel Eda Taşpınar, 7 yıldır birlikte olduğu sevgilisi Nurettin Hasman ile yollarını ayırdı. Ayrılık kararıyla ilgili olarak, "İlişkimiz zaman aşımına uğradı. 7 yıl sonra bir şeyler tükendi fakat Nurettin benim en iyi dostum olarak kalacak." dedi. Ayrılığın ardından çıkan birtakım iddialara Nurettin Hasman sert tepki gösterdi.
Vatan'a konuşan Hasman, "Ayrılmamızın bir nedeni yok. Birlikte oturup karar aldık. Evimizi ayırırız ayırmayız, barışırız veya barışmayız bu kimseyi ilgilendirmez. Dostluğumuz devam edecek. Sonuçta biz medenî insanlarız. Anadolu'da yaşamıyoruz." dedi.
*
Bay Hasman'ın nereli olduğu, nerede doğduğunu, kendini nereli hissettiğini bilmiyorum. İnternette ufak bir araştırma yaptım ve sadece İstanbul'un Avrupa yakasında yaşadığına dair bazı bilgiler bulabildim.
Belki Trakyalıdır; belki Rumeli göçmenidir veya Rumeli göçmeni bir ailenin evladıdır; zayıf da olsa Bay Hasman'ın aslen ve neslen Anadolulu olmak ihtimâli de mevcut.
Neticede adam, "Ben asılzâde soyundanım; Osmanlı hanedânına mensubum veya Hohenzollern sülâlesinden geliyorum." demiyor.
Ne diyor?
"Sonuçta biz medenî insanlarız. Anadolu'da yaşamıyoruz." diyor.
*
Sevgili okuyucu, burada küçük bir imlâ ve noktalama tahlili yapmama müsaade ediniz. Mâlumunuzdur, nokta işareti cümlenin anlam itibarıyla bittiğini gösterir. Noktadan sonra gelen cümle, ilk cümlenin devamı olmayabilir, hatta olmamalıdır.
Şimdi yukarıdaki o can alıcı ve ortadan bir nokta ile ayrılmış iki cümleyi yeniden okuyunuz; birbirinden bağımsız iki cümle göreceksiniz. İlkinde, "Sonuçta biz medenî insanlarız." diyor ve bu cümlede gayrı tabîi bir durum görünmüyor. Hepimiz yeri gelince bu cümleyi kullanabiliriz ve hiçbir problem çıkmaz. Ne var ki sayın bay, belli ki kısa bir soluk aldıktan sonra ilk cümleyi mânâ bakımından tamamlayan ikinci cümleyi de sarf ediyor: "Anadolu'da yaşamıyoruz."
Dikkat buyrunuz, bu cümle de anlam bakımından mahzur taşımıyor. Anadolu'da yaşamayan milyonlarca insan var: Trakya'da, Adalarda, Kıbrıs'ta, Almanya, Avusturya, Hollanda, Norveç vesairede yaşayan milyonlarca Türk'ün her biri, yeri gelince "Anadolu'da yaşamıyoruz." der, diyebilir.
Dolayısıyla sayın bayımız, "Siz beni yanlış anladınız; ben birbirinden anlam bağı itibarıyla farklı iki cümle kurdum. Arada dağ gibi nokta var. Noktalama bilmiyorsanız, öğrenin." diyebilecektir.
Noktalama işaretlerinin bazen ne türlü gailelere sebep olabileceğini görüyorsunuz değil mi?
Biz kaçın kurrasıyız; haberi yazan muhabirin, farkında olmadan iki tam cümle arasına koyduğu noktanın "noktalı virgül" olduğunu biliriz aslında!
Hatırlatalım; güzel Türkçemizde birbirine anlam itibarıyla bağlı ve bağımlı fakat gramer itibarıyla tam cümle sayılan cümleler arasına nokta konulmaz, noktalı virgül konulur. En güzel örneği yukarıda görülüyor. Ne var ki sevgili okuyucular, bu küçük inceliğe riayet eden editör, muhabir, yazar, hatta köşe yazarı sayısı lüzumundan fazla bir kalabalık teşkil etmektedir. Hattâ iki cümleyi bağlayan (ki, ve, bununla beraber, fakat, lakin, yine de) gibi bağlaçlarla cümle, hatta paragraf başlatan yazar, okur ve okur, yazar adedi fecî rakamlara ulaşmış bulunuyor.
*
İşbu gerekçe ile sayın bay Hasman'a layık olduğu cevabı verip vermemekte hayli mütereddidim. Ya o noktayı bilerek koydu veya iki cümle arasında mânidar bir suskunluk verdiyse, mânâ darmadağın olmayacak mıdır?
*
"Görmüyor musun hoca, adam resmen Anadolululara 'kıro' diye hakaret ediyor, sen de kalkmış noktalama işaretinden bahsediyorsun; bu kadarına pişkinlik demezler mi?" diyebilirsiniz. Açık söylemek lâzımsa ben de aynı fikirdeyim efendim.
O yüzden şahsıma düşen cevap hakkını kullanıyorum ve bu sayın baya diyorum ki,
-Sensin Anadolulu!
Kimbilir şimdi nasıl mosmor olmuştur!