Korku Değil, Kin ve Kıskançlık
Bir “korku” ve “endişe “ edebiyatıdır gidiyor. “Denize düşen yılana sarılırmış” misali, herkes “korku”ya sarılmış şimdi kurtarıcı olarak
Utanç verici bir şey korkudan medet ummak.
Ama başka ne diyebilirler ki?
Mesela “Sizin bu yaptığınız insan haklarına aykırıdır. Din ve vicdan hürriyetine, ifade özgürlüğüne terstir. İnsan haysiyet ve şerefine sığmaz. çağdaş dünyaya bunu anlatamazsınız. Uygar ülkelere rezil olursunuz. Bizim örf ve adetlerimiz, tarihimiz, kültürümüz bunu reddeder. Kimse kimseye yaşam biçimi dayatamaz. Birey hayat tarzını seçmede özgürdür” mü diyecekler?
Ah bir diyebilseler, elbette derler. Aslında bütün bunlar onların dilinden düşmeyen kelimelerdir amma, şimdi artık onlar için çok tehlikeli hale gelmiştir.
Gülünç duruma düşmüşlerdir. Utanç verici bir duruma daha doğrusu.
Kala kala ellerinde bir kelime kalmıştır: “Korkuyoruz”
Neden korkuyorsunuz?
“İleride bizim yaşam biçimimize müdahale edilmesinden”
Peki, şimdi sizin yaptığınız ne?
Ayıp ayıp!
Bana kalırsa bu korku hikayesi koca bir yalandan bahanedir.
Aslında içlerini yakan korku değil, kin ve kıskançlıktır. Hazımsızlıktır.
Bitmişlerdir, tükenmişler, iflas etmişlerdir. Halka verecek hiçbir şeyleri kalmamıştır. Bunca yıldır savundukları ilkeleri de yemiş bitirmişlerdir. Kimse kendilerine inanmıyor, güvenmiyor artık. Ne belediye, ne hükümet, bu gidişle asla iktidar yüzü göremeyeceklerdir. Rantları gitmiş, ekmek kapıları (!) bitmiştir.
üstelik adam yerine koymadıkları halk, ikinci sınıf muamelesi yaptıkları, evlerinin temizlikçisi gördükleri kızlar kadınlar, şimdi kendilerinin yerine kurulmuş oturuyorlar. Dayanılmaz bir kin ve nefret içindeler. Kıskançlıklarından çatlıyorlar.
Ama “nefret ediyoruz, kıskançlıktan çatlıyoruz, bu mağlubiyeti hazmedemiyoruz, bizi anlayın işte” de diyemiyorlar. Adını masum bir “korkuya” vurmuş gidiyorlar.
Ama faydası yok, beleşçilik bitti. Halkı sömürü bitti artık. Bunu buradaki bir yazımızın sonunda söylemiştik. Atalar “et-tekraru ahsen, velev kane yüzseksen” demişler. öyleyse bir kere daha söyleyelim:
“Yapacakları bir şey var, kendilerini değiştirecekler, ya da kendilerine çeki düzen verecekler. çok çalışacaklar. İlkeli olacaklar ve halkın gönlünü kazanacaklar.
Halksız hiçbir şeyin olmadığını, olmayacağını kabullenecekler çaresiz. Hani şu çoktandır unuttukları demokrasi dedikleri şey yani.
Bu işler beleşçiler için çok zor şeyler, anlıyoruz. Ama başka çareleri de yok. Kuru gürültü yapacaklarına, oturup çalışmalılar.”
Son bir tesbit:
Kim bunlar?
Bunlar, daha çok kendilerini “solcu, laikçi, ulusalcı, Kemalist” diye tanıtanlardır.
Bu kelimelerin yan yana gelişinde bile bir yanlışlık vardır.
Mesela solcu nasıl ulusalcı ve Kemalist olur gibi. Neyse, bu başlı başına ayrı bir yazı konusu.
Biz şimdilik şunu söyleyelim: Geldikleri noktaya bakarak kendilerini sorgulamak durumundadırlar.
Bizden hatırlatması.