Yerinde alkış ve kargış
Ey Azîzan, Dedem Korkut diliyle söyleyelim, bir zamanlar, ve yine herkesin değil, bazı salih kişilerin “alkışı alkış, kargışı kargış” idi. Alkış da “hani bana şakşak?” istirhamının cevabı olarak el çırpma veya frenk âdetiyle masa dövme anlamına değil, “hayır duâ” anlamında idi. Hayır dua ile, alkışlayan, bir sözü, bir davranışı beğendiğini gösterirdi. Bârekallah gibi. Nenem, Azerî şivesiyle “berekallah!” derdi. Kargış da beğenmediğini belirtmek, kınamak, daha “vahîm” anlamıyla “beddua” demekti. Babam, nâdiren neş'eli olurdu ve neş'eli olduğu zamanlar da sadece iki dizesini bildiği türkülerden birini söyleyebilirdi: Bunlardan birinin ilk “dizesi” (mısra) şöyle idi: Gargamışam, gargamışam benevşeler bitmesin! (Kargadım, kargadım, = kargıdım, kargış eyledim ki menekşeler artık yetişip göğermesin! - Buradaki “bitmesin”in anlamı: tükenmesin! değildir, bitkiden feraset buyurula!)
Dedem Korkut; bir zamanlar beylerin “alkışının alkış, kargışının kargış” olduğunu söylerken ne diyordu? Demek ki, Dedem Korkut'dan da önceki bir mutlu zamanda, Türk göçebe boyları Azerbaycan ve Doğu Anadolu'ya yerleşip İslâm ile müşerref oldukları sırada, “erenlerin İslâmı”nı, ileride Yunus Emre'nin temsil edeceği İslâm'ı benimsemişlerdi, Emevî ve Abbasî İslâm görünümünü değil! Bir kimsenin alkışının alkış, kargışının kargış olması; çifte standarddan arınmış, riyadan ve münafıklıktan, ahlâkî yargı karşısında aymazlık veya cehaletten korunmuş olması demektir. Ey Dedem Korkut, kendi döneminden dahî memnun değilken, daha doğrusu: senin dönemin bu mutlu dönem olduğu halde onaltıncı, belki de onbeşinci yüzyılda devran dönmüş ve ahvâl bozulmuş iken, bir de hâlimize bak! “Yom vereyim Hân'ım!” diye başlayarak bize hayır dua edebilir misin? Alkışa mı lâyık görürsün, kargışa mı? Hiç değilse bizim için “günahlarınız adı güzel kendi güzel Muhammed (S.A.) aşkına bağışlansın!” diyebilir misin? Aşkımız yoksa, sadece riyamız varsa, hiç değilse “kargış” da etmeyip “Allah sizi ıslah etsin!” diyeceğini umuyorum, geçen gün ben de “iki yakanın kalpazanları” için toptan bu duada bulundum, ardından yüzünü görmediğim münzevî bir Aziz'den şu “ileti”yi aldım: -Boşuna kendinizi yormayınız, ıslah filân olmazlar!”
Ey Azîzan, “îman” yakasında kalpazan yoktur ve bu kesindir. Ne var ki zâhire göre hüküm verilen İslâm yakasında kalpazan veya şapşal elbette bulunur. Bulunmasaydı bugünkü durumda mı olurduk?
Allah'dan ümîdini kesmişler yakasında ise sadece kalpazan veya şapşallar bulunur. Şapşallar, İslâm yakasındaki kalpazanlardan bir sadmeye maruz kaldıkları için, bu travmanın üstesinden gelemeyip sevgi dağarcıklarını, çıkınlarını değneklerine takarak veya koltuklarına sıkıştırarak karşı yakaya yönelenlerdir. Bunların “yitirilmiş çocuk” olarak birgün baba ocaklarına ve ana kucaklarına dönecekleri umulur. Bu yakanın kalpazanlarına gelince, karşı yaka kalpazanlarından aslında farkları yoktur. (Yok aslında biribirimizden farkımız/Ama biz ilerici-devrimci-kültive-hormonlu kalpazanlarız!)
Ey Azîzan, “başörtüsü” ara sınavında, isterseniz vize sınavı diyelim, bir türlü “geçer” not alamadık ve almamakta da direniyoruz. “İnancına göre yaşama hürriyetine, açık bir kamu düzeni kuralı ile, zarar tehlikesi doğduğu için, sınır getirilmedikçe, kimsenin müdahale hakkı yoktur” kuralına “eyvallah!” demek bu kadar mı zor? Şapşal sevgililere soruyorum, ve “eûzu billahi min-el-hubsi vel habâis” diyorum. Türkçesi, “şapşal değil kalpazan olan veya kalpazanların ağır derecede çarptıkları zülüflü baltacılar ve yarmagül ablaların şerrinden Allah'a sığınırım” demektir.
Cevabı son derece basit olan bir sorunun cevabını veremeyip yine sınıfda kalınca, ardından gelecek “müslüman olmayan vatandaşlarımıza yapılan haksızlıkların telâfîsi” sınavında başarılı olmayı ümîd edebilir miyiz? Heyhat! Geçen yılki “yüzde kırkyedi” seçiminden önce olduğu gibi, “çifte vav” remzinden bîhaber bazı zevat, çifte vavlı kuvâcılar ve hattâ ulusalcılarla birlikte, “hakkın yarımyamalak ve göstermelik iadesi” teşebbüsüne bile, “Haçlılar!” ithamıyla karşı çıkıyorlar. Kimsenin aklına “alkışı alkış, kargışı kargış olma” ev ödevi gelmiyor. Ev ödevimizi Yüce Sevgili'nin bize verdiği cedveli kullanarak yapacak yerde İblis firmasından aldığımız “çifte standard” cedveliyle çiziktiriyoruz. Oysa zulmün, haksızlığın yol açmakta ve açacak olduğu zararlar telâfî edilirse, Allah bu davranışımızı mübarek kılar ve dünya ve âhiret saadetine yol açılır.
Ey Azîzan, “ben Şahımı buraya kadar severim!” sözü, bu dünyanın kalpazanlık pazarında yürürlüktedir. Kalpazan darphanesinden çıkan meskûkata aslâ rağbet buyurmayın kim âkıbet nedâmeti yaman ve bî-amân olur. “Sana nasıl emrolundu ise, öylece dosdoğru davran!” buyruğuna muhatap ve bununla mükellefiz, “çalkala yavrum çalkala!” buyruğunu size kim verdi, hiç düşündünüz mü? Sualim elbette hâs Azîzana değildir estağfirullah! Geniş anlamda bir “alkış” da “hayır yönünde uyarı” demektir, “mağrûr olma padişahım, senden büyük Allah var!” alkışı gibi. İmdi, Fakıyr de cümle azametli zülüflü baltacıları ve yarmagül ablaları alkışlıyorum: -Gaafil olmayın, şeytan dünbeleğiyle çalkalayıp kıvırmayı bırakın, kendine veya Allah'dan başkasına tapınma sevgi değildir, sevgi ehli olun, çifte standardı kesinlikle terk edin, Allah'a emanet olun vesselâm!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.