Bilgi kirliliğine dur demek
Başbakan Erdoğan’la DTP Genel Başkanı Ahmet Türk arasındaki görüşmenin yankıları devam ediyor.
Görüşmenin ayrıntılarını bilmiyoruz. Ancak daha şimdiden sürece damgasını vurduğunu söyleyebiliriz.
Kuşkusuz DTP’nin çözüm sürecinde nasıl bir rol oynayacağı çok önemli. Önceki akşam bir televizyon programında Ahmet Türk’e de bu soruyu yönelttim. Terörü araç olarak seçen silahlı örgüt bir kenarda dururken, çözümle ilgili konuşmak kolay değil. O da artık silahların çözüm olmadığını ifade etti.
***
Tekrar hatırlatmakta yarar var. Türkiye’nin bugün çözümü konuşabilir hale gelmesi, öyle birdenbire ortaya çıkan bir gelişme değil. 2006 yılının sonundan itibaren Milli Güvenlik Kurulu toplantılarından çıkan sonuç bildirgelerine dikkatle bakılırsa; dikkatle ve sadece Türkiye sınırlarını değil, uluslararası şartları da dikkate alan bir ‘devlet aklı’nın inşa edildiği görülebilir.
Türkiye’nin sorunu Kuzey Irak özelindeki gelişmeleri de dikkate alarak yeni bir vizyonla değerlendirmesi, bölgesel yönetimle iyi ilişkiler geliştirirken terörle mücadele konusundaki kararlılığını devam ettirmesi, hepsinden önemlisi zaman zaman engeller çıksa da demokratikleşme yolunda önemli adımlar atması, sorunu çözüm rayına sokma anlamında inisiyatif kazanmasını sağladı.
***
Dün de ifade ettim. Özellikle DTP-PKK hattında kendisini sorunun yegane muhatabı kabul edenler, hükümet ve devletin kurumları arasındaki uyumun getirdiği bu gelişmelerden sanıldığı gibi memnun değil aslında. TRT 6’nın yayına girmesine DTP’nin gösterdiği tepkiyi hatırlamakta yara var.
Erdoğan’ın DTP ile görüşmesini, ‘dolaylı olarak PKK ya da Öcalan’la masaya oturma’ kabul edenler, bu noktayı ısrarla gözden kaçırmak istiyorlar. Burada hükümetin öncülüğünde ortaya çıkan çözüm süreci, az önce özetlediğim uzun soluklu yaklaşımların ürünü.
Çıtayı yükseklere koymanın elbette ciddi sakıncaları var. Sorunun bugün yarın hemen çözülebileceği yolunda bir algı yerine, siyasi iradenin kararlılığı, samimiyeti ve dikkatli yönetilirse en azından terör başta olmak üzere yakıcı sorunların hafifleyeceği mesajını toplumla paylaşmanın yollarını aramak gerekiyor.
Bunun için de iyi bir iletişim stratejisine ihtiyaç var. Çünkü özellikle internet üzerinden devam eden ve kimi meslektaşlarımız eliyle kasıtlı olarak beslenen bir bilgi kirliliği de var. ‘12 kötü adam’ benzetmesinin ardından, Kürt Çalıştayı’na katılan herkesi ‘bölücü, hain, teröre destek veren, PKK’lı’ gibi sıfatlara büründüren son derece tehlikeli bir bataklık var ortada.
Evet, Türkiye’de derinlere nüfuz eden bir etnik ayrışma ya da çatışma yok. Ama son dönemde kimi siyasiler eliyle ortaya konulan üslup gösteriyor ki, bu sağduyunun devamına her zamankinden daha fazla ihtiyaç var.
Hükümet, toplumu doğru dürüst bilgilendirme, yaptıklarını onlara doğru dürüst anlatabilme üzerinde daha fazla kafa yormalı.
Bir küçük not: Televizyon konuşmalarımda herkese “Sayın” diye hitap ediyorum. Sürç-i lisan oldu, önceki akşam TRT-2’deki canlı yayında Öcalan’a da öyle demişiz. Laf bir kez ağzımızdan çıktı ya, büyütmek isteyen var, abartmak isteyen var. PKK ve Öcalan’la ilgili bugüne kadar söylediklerimiz ve yazdıklarımız ortada. Ne denir? Sürçi lisan işte, hepsi bu kadar.