Fitnenin önüne kardeşlik geçer
İslâm âleminde yaşanan etnik ve mezhebi çatışmaların temelinde Müslüman toplumların birlik, bütünlük ve dayanışma içinde olmasını istemeyen emperyalist güçlerin ektiği fitne tohumları var.
İslam bütünleştirici, birleştirici ve kardeşliği hâkim kılıcı ulvi bir dindir. Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’inde bütün mü’minleri kardeş ilan etmiştir. Bundan dolayı İslam kardeşliği anlayışının hâkim olduğu ortamlarda hiçbir zaman etnik farklılıklar fitne ve tefrika vesilesi olmamıştır. Ama toplumların İslam esaslarından uzaklaştırılmalarından sonra insanların üstünlüğü farklı şeylerde aramalarıyla birlikte ayrılıklar, kopmalar ve dağılmalar da başladı. Çünkü insanlar artık üstünlüğü soyda, sopda, atada, dedede ve bunun gibi insanların kendi tercihlerine bağlı olmayan unsurlarda aramaya başlamışlardı. Oysa insana değer kazandıran en önemli üstünlük onun kendi tercihiyle kazanılabilen üstünlüktür. İşte inanç böyledir.
Son zamanlarda inanç kardeşliği temeline dayalı bütünlüğü hedef alan fitnenin daha da derinleşmesini sağlama amaçlı birtakım eylemler gerçekleştirilmesi ciddi tehlikeler arz ediyor. Üstat Yusuf el-Karadavi’nin bazı uyarılarıyla ilgili olarak ortaya çıkan tartışmalar hakkında yazdığımız dizi yazı vesilesiyle tanıştığımız, bu konuda fikirlerinden yararlandığımız ve bazı notlarını okuyucularımıza ilettiğimiz, Türkiye’deki Caferi cemaatin mensuplarından Kemal Kemahlı kardeşimizin son dönemdeki gelişmeler hakkında gönderdiği bazı notları da aktarmak ve yaptığı çağrıları ilgilenenlerin dikkatine sunmak istiyoruz.
Kemahlı kardeşimiz sözlerine: “Amerikan işgali altındaki Irak’ta, son günlerde, mezhebi ve kavmi çatışmaları yeniden alevlendirme amaçlı provokatif saldırılarda artış görülüyor. Anlaşılan o ki, emperyalistler hazırladıkları uğursuz planlarının yeni bir aşamasını icra etmeye başladılar.” diyerek başlıyor. Gerçekten de özellikle Irak’ta son dönemde bazı Şii cemaatleri hedef alan bombalama eylemleri tehlikeli bir plana işaret ediyor. Bu eylemlerin hangi mezhep ve inanç adına olursa olsun onaylanması mümkün olmadığı gibi hedeflenenlerin mezhebi veya etnik kimliklerine bakılarak suçlu tayin edilmesine kalkışılması da söz konusu tehlikeli tuzağa düşülmesi sonucunu doğurabilir. Hedeflenenler kim olursa olsun, faillerin kimliğine dair açıklama yapılsa bile mutlaka eylemlerin reddedilmesi ve fitnenin kökleşmesinin önüne geçilmesi için aktif adımlar atılması gerekir.
Kemahlı kardeşimiz de sivil toplum kuruluşlarına ve siyasi oluşumlara çağrı yaparak, Irak’ta icra edilmesine çalışılan planın önüne geçebilecek ilim adamlarıyla, farklı mezheplerin ve etnik unsurların ileri gelenleriyle görüşülmesini, onların fitnenin önüne geçebilecek açıklamalar yapmalarının sağlanmasını öneriyor.
Kardeşimiz yaptığı çağrıda tekfirciliğin önlenmesini, Şiileri tekfir eden fetvalar veren bazı ilim adamlarının bu tutumlarına son vermeleri için harekete geçilmesini talep ediyor. Onun bu önerisini haklı ve yerinde bulmakla birlikte bir noktaya da işaret etmek istiyorum: Son dönemde gerçekten tehlikeli boyutlara varan tekfircilik sadece Şiileri veya belli bir mezhebi akımı hedef almıyor. Kendileri için muayyen bir inanç dairesi çizen bu akımların mensupları o dairenin dışında gördükleri herkesi tekfir ediyorlar.
Kardeşimiz “Irak’ta bulunan Şii gruplara da, Saddam zamanında gördükleri zulmün intikamını almak için, suçlu gördükleri sivillere saldırıp öldürmeleri yerine, bunlar hakkında suç duyurusunda bulunarak Irak mahkemelerinde yargılanmalarını sağlamaları tavsiye edilmelidir” diye tavsiyede bulunuyor. Bu konudaki yanlış yaklaşıma dikkat çekmesi önemli. Ayrıca Saddam döneminin intikamını alma çabalarının bazıları nezdinde sadece suçlu görülenleri değil, onlarla aynı kategoriye soktuklarının tümünü kapsayacak şekilde geniş tutulduğu gerçeğini de görmek ve bu yanlış anlayışın önüne geçmek için aktif rol oynamak gerekiyor. Irak’taki Filistinli mültecilerin zulüm görmeleri ve göçe zorlanmaları, bu insanların Suriye-Irak sınırındaki Tenef mülteci kampında son derece kötü şartlarda yaşamaya zorlanmaları bunun bir örneğidir.
Kardeşimizin önerilerinin hepsi bu kadar değil. Fakat çağrı mektubu bayağı uzun olduğundan bizim hepsini makalemize sığdırmamız mümkün değil. İran ve Lübnan konusunda da birtakım önerileri var. Fakat kardeşimizin aynı çağrıyı doğrudan sivil toplum kuruluşlarına ve siyasi organlara da ilettiğini tahmin ettiğimden burada özellikle okuyucularımızın da çağrıdan haberdar olmalarını ve konunun gündeme taşınmasını istediğimizden sadece bazı notları aktarmakla yetiniyoruz. Siyonist devletin Lübnan ve İran’a yönelik tehditleri hakkında ayrıca bir değerlendirme yapacağız inşallah.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.