Sisi zindanlarından tabutla çıkılıyor
Mısır’da Sisi cuntası bir yandan halkın özgürlük mücadelesini bastırabilmek için yeni tutuklamalar ve cezalandırmalar yapıyor. Tutuklananların cezaevlerine nakledilmesi esnasında ve buralarda yapılan muamelelerle ilgili olarak kamuoyuna yansıyan görüntüler ve bilgiler cezaevlerinin aslında esir kamplarından kötü olduğunu ortaya koyuyor. Cezaevlerinin esir kamplarına dönüştürülmesi hatta daha da kötü duruma getirilmesi ise cuntanın gerçekte bu ülkeye ait değil küresel emperyalizm ve onun İslâm dünyasının kalbine saplanmış hançeri siyonist işgal hesabına çalışan bir işgal yönetimi olduğu gerçeğinin belgelerinden biridir.
Esir kamplarına dönüştürülen cezaevlerine girenlerin birçoğu sözde yargı kurumları tarafından idam cezalarına mahkûm ediliyor. Fakat idam cezaları daha infaz edilmeden ya işkence veya tıbbi ihmal yüzünden hayatlarını kaybederek tabutla çıkarılıyorlar.
Cunta canavarlarının 18 Ağustos 2013’te siyasi tutukluları Ebu Za’bel cezaevine götürürken korkunç bir şekilde infaz etmelerinin hatta öldürdükten sonra cesetlerini elektrikli suyla yakmalarının görüntüleri olaydan altı ay sonra ortaya çıkmış ve Sisi cuntasının vahşette ne kadar aşırı gittiğini göstermişti. Bir insan böyle bir vahşetin esir kamplarına düşenlerin maruz kaldığı muameleyi kendi zihin dünyasında tasavvur etmeye tahammül etmekte bile zorlanacaktır.
Son günlerde Müslüman Kardeşler’in önde gelen liderlerinden üç kişi daha cuntanın esir kamplarından tabutla çıkarıldı. Üçünün de ölüm sebebinin tıbbi ihmal olduğu gerek bu cemaatin yayın organlarında ve gerekse bağımsız insan hakları kuruluşlarının raporlarında dile getirildi. Hepsinin de müzmin hastalıkları olduğu ve tedavilerinin yapılmaması, ilaçlarının düzenli verilmemesi sebebiyle maruz kaldıkları hastalıkların kendilerini ölüme götürdüğü ifade edildi.
Bunlardan Ebu Bekir el-Kadı kansere yakalanmıştı ve aslında tedavi için hastaneye kaldırılmış olması gerekiyordu. Fakat vahşi cunta onu esir kampında tutmaya devam ettiği gibi bulundurulduğu yerde de düzenli bir şekilde tedavi görmesi için gereken imkânları sağlamıyordu.
Zeki Ebu’l-Mecd’in ise şeker hastalığı vardı. Tıbbi ihmal hastalığının ilerlemesine ve ölüme kadar götürmesine neden olmuştu.
Ölenlerden biri de Müslüman Kardeşler’in akamedik alandaki teşkilatlanmasının başını çeken ve Aynı Şems Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Cildiye dalında öğretim görevlisi olan Tarık el-Gandur’du. Gerek Hüsni Mübarek diktasına karşı başlatılan halk devriminde Tahrir Meydanı’nda ve gerekse Sisi cuntasına karşı Rabia Meydanı’nda toplananlardan saldırıya uğrayıp yaralananların hızla hizmetlerine koşup acil tedavilerini yapmalarıyla öne çıkmıştı.
Tarık el-Gandur’un karaciğer yetmezliği sorunu vardı ve kaldığı esir kampında kalp krizi geçirdi. Olaya bizzat şahit olanların verdiği bilgilere göre cuntanın adamları bu kalp krizinde altı saat hiçbir müdahalede bulunmadılar. Sonraki müdahalenin de bir faydası olmadı. Çünkü el-Gandur artık bitkisel hayata girmişti ve 24 saat bu şekilde yaşadıktan sonra hayatını kaybetti.
Bağımsız sivil toplum kuruluşlarının verdiği bilgilere göre Dr. Tarık el-Gandur, Sisi cuntasının esir kamplarından tabutla çıkan seksen sekizinci kişi oldu. Daha önce çıkanların birçoğunun ölüm sebebi işkence idi. Bazıları da aynen bu zikrettiğimiz zatlar gibi tıbbi ihmal yüzünden hayatlarını kaybetmişlerdi.
Cunta rejimi şeker, kanser vs. gibi müzmin hastalıklardan muzdarip olanların birçoğunun hastaneye yatırılmalarını reddettiği gibi ilaçlarının sokulmasına da çoğu zaman izin vermiyor. İlaca mahkûm hastaların ilaçlarının sokulmaması ölüme terk edilmelerinden başka bir anlam taşımıyor. Bu da bir idam yöntemi ve işkenceyle öldürmekten farkı yok. Çünkü bir hastanın tedavi görmesini engellemek suretiyle acılarının, sıkıntılarının artmasına neden olmak da bir işkence tarzıdır.
Cunta rejimi adına açıklama yapanlar son derece yüzsüz bir şekilde bu insanların ölümlerinin tıbbi ihmal yüzünden olmadığı iddiasında bulundular. Eğer ki ihmal olmasaydı o insanlar esir kamplarından tabutlarla çıkarılmaz en azından hastanelerde tedavi görüyor olurlardı. Bağımsız insan hakları kuruluşlarının raporları da cuntanın yalanlarını gözler önüne seriyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.