Allah sorar!
Akıl ve sinir selâmetini muhafaza için hayli zamandır televizyon tartışması seyretmiyorum; ne var ki çok matah bir şeymiş gibi bu kabil gevezelikleri haberlerin içine yedirmeye başladılar; ister istemez bir kısmını gördüm, dinledim.
Mekanizma şudur; gençlere dersiniz ki, "evde kedi mi beslemeli, köpek mi?" Saatlerce iştahla, şevkle tartışırlar (bkz. lise münazaraları). Böyle tartışmaların sonuna bakarak herhangi bir tesbiti netleştirme imkânı bulunmaz, çünkü gençler -mizaçları gereği- haklı çıkmak, galebe etmek isterler ve bu hedefe varmak için kilitlenirler: Münazara değil müsabakadır çünkü. Modern seyirci "müsabaka" lezzeti verilmemiş seyirde tatmin bulmaz. Bir tarafın o tartışmadan galip çıkması beklenmektedir; heyecanları yüksektir fakat birikimleri sığ, malumatları yetersizdir. "Memleketin geleceği sizlersiniz" edebiyatı ile doldurulmuşlardır ve o manasız münakaşadan dik çıkmayı o esnada hayatın en mühim meselesi gibi görürler.
"Başörtüsü serbest olursa üniversitelerde kavga olur mu?" anafikri üzerine TV tartışması yaparsanız gençler "tartışırlar" fakat ortaya bir şey çıkmaz; olsa olsa, "gençler kamera önünde tartışmamalıdır" nüktesinin isabeti doğrulanır; siz de sabah akşam iyi saatte olsunlar ne zaman darbe yapacak diye endişeyle sabahın köründe yastığa başınızı koyarsınız.
Tartışmanın ahlâkı ve rûhu, hakikate erişmek arzusu. Doğruyu bulmak, için münazara edilir ve hakikatle karşılaşınca ona teslim olunur. Siz hiç, "ben tamamen aksi bir kanaatle buraya gelmiştim ama şimdi fikrimin isabetli olmadığını görüyorum. Size teşekkür ederim; beni zenginleştirdiniz" diyen bir televizyon horozu ile karşılaştınız mı? Eşyanın tabiatına aykırıdır; hele TV'de asla!
Bırakınız 20-22 yaşındaki gençleri, 50'lik, 60'lık TV horozlarında bile bu kemâlâtın izi yok. Hakikati aramak, onun için çaba göstermek ve ona teslim olmak, ne yazık ki modernlik alâmetlerinden biri değil; asrî zamanlarda iyi oyuna değil skora bakılıyor. Eğer arkaplanda modernite duruyorsa bilinmelidir ki "imaj", hakikati her zaman döver ve asıl mesele budur.
"Hakk'ı Hak bilip Hakk'a ittibâ" etmek, zannedilenin aksine sadece imânî bir eylem değildir; aynı zamanda epistemik bir aksiyondur. Vaktiyle çok az insanda böyle yüksek felsefî endişeler vardı; şimdi yok: yaşasın tarih okumaları!
Dört bir koldan abesle iştigal ediyoruz. Zihni sağlığa sahip toplumlarda, -bırakınız çözümü- mesele bile edilmeyecek bir ayrıntıyı abartıp, en namdar hukukçuların bile içinden çıkamayacağı bir labirente dönüştürdük. Allah bunun hesabını herkese sorar; abesle iştigâl enerji, zaman ve akıl kaybıdır; neticesinin önemi yok. Daha zarlar havada dönmekteyken herkes kaybetmiştir: Laikçilerimiz kaybetmiştir çünkü Atatürk'ün kurduğu devlet nizamının metânetine karşı ne kadar güvensiz yaklaştıklarını âşikâr etmekte ve ellerinden gelse hukuku askıya alacaklarını belirtmektedirler; iktidar ziyandadır, çünkü güç vektörünü semeresiz istikametlere tevcih etmiştir.
Kazanan ve daima kazanmakta olan modernitedir; muasırlığa doğru pupa yelken gitmekten başka rotası bulunmayan bir gemide birbirinin boğazına sarılan bir topluluğuz biz. Farkedemiyoruz ki, algılanan şekliyle "İslamcılık" da, sekülerlik ve lasisizm de aslında modernitenin türevidir ve şu yaman çağda adam gibi Müslüman, adam gibi adam olmanın fikriyatı yapılamıyor. Bir "kara delik" gibi modernite, hepimizi kendi sûretine ve boyasına mahkûm ediyor.
Not: "Bir uluorta namaz vakası daha" başlıklı yazıda anlatılan olayın videosu için meraklı okuyucular, (http://www.youtube.com/watch?v=SOm4BqsyrJ0) adresini tıklayabilirler.