AK Parti-provokatör medya kavgası!..
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri diyor ki; “…zalim ve vicdansız bir adam, birisini yere atıp ayağıyla onun başını kat'î ezecek bir surette davransa, o yerdeki adam eğer o vahşi zalimin ayağını öpse; o zillet vasıtasıyla kalbi başından evvel ezilir, ruhu cesedinden evvel ölür. Hem başı gider, hem izzet ve haysiyeti mahvolur. Hem o canavar, vicdansız zalime karşı zaaf göstermekle kendisini ezdirmeye tesci eder!..”
çok açık; değil mi?..
Bediüzzaman şunu söylüyor “iyice sadeleştirmek” gerekirse:
“On puanlık zararını dokuz puana indirmek için, bir zalimin hoşuna gidecek işler yaparsanız…
Ruhunuzu, kalbinizi tehlikeye atmakla kalmaz…
Bir de zalimin cesaretini, cür’etini artırırsınız…
Halinizi zaafa yoran zalimi, üzerinizdeki baskısını, zulmünü artırmaya teşvik edersiniz!.. On puanlık zararını dokuz puana düşürmeye çalışırken, o zararın elli-atmış puana çıkmasına sebep olursunuz!..”
Şimdi… Gelelim…
Yazıya, bir “Allah Dostu”nun bu müthiş uyarılarıyla girmiş olmamızın sebebine…
Malûm; Son günlerde bir tartışma var…
Başbakan; “Bazı medya organlarının” ortamı gerdiğini, toplumu kamplaştırmak için “provokatif” haberlere imza attığını söylüyor…
Bugüne kadar…
İktidarlarla “hukuk dışı” ilişkiler kurarak “hortumlamaya” alışmış bazı medya patronlarının, eski alışkanlıklarından bir türlü kurtulamadıklarını…
Kendilerinden de, “önceki hükümetler gibi” baskılarına-şantajlarına boyun eğmelerini beklediklerini söylüyor.
İşaret ettiği medya organlarının pek sevdikleri “Mahalle Baskısı” kavramına atıfta bulunarak…
“Esas baskı bizim üzerimizde. Medyanın mahalle baskısı altında kaldık” diyor…
Doğru…
Sayın Başbakan ve ona destek veren yüzde 47’lik kitle, “medya baskısı” altında…
Dahası… Oyunu Recep Tayyip Erdoğan’dan yana kullanmamakla birlikte… Hak ve özgürlük ihlallerinin artık sona ermesini hasretle bekleyen bir diğer yüzde 47’lik kitle de, aynı baskı altında inim inim inlemekte!..
Ve hemen ifade edeyim ki; Sayın Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül de, “medya baskısından” yana dertli…
Mesela; Köşk’e çıkan TOBB-DEİK mensubu ziyaretçilerine açıldı, son olarak… “Bakın dostlarım” dedi:
“Biliyorsunuz; geçtiğimiz günlerde Katar’a gittik. Yanımıza da 150 işadamıyla, çok sayıda gazeteci aldık. Biz milyar dolarlık iş anlaşmaları yaparken, yanımızda götürdüğümüz gazetecilerden bazıları, ‘saat krizi’ çıkardı. Türkiye medyasında yazılıp-çizilenler, elçilik vasıtasıyla, ilgili ülkelerin devlet yöneticilerine iletiliyor. Bu saat krizi de ilişkilerimizi olumsuz etkileyecek maalesef. Katar Emiri, misafirlerine nezaketen birer saat hediye etmiş. Bu, onların geleneklerine son derece uygun bir davranış. Bizimle gelen bazı gazeteciler de sözüm ona ‘etik’ diyerek, kriz çıkartıyorlar. Biz nelerle uğraşıyoruz, bunların kafaları nerede?..”
Evet…
Sayın Gül, yatırım çekmek için gecesini gündüzüne katsın…
Birkaç “akredite” gazeteci ile onların kuyruğuna takılan maneviyatçılardan bir grup, iki ülke arasında sıkıntıya yol açacak işler yapsın!..
Sayın Gül de, Türkiye’ye yatırım çekmek için zerre çaba sarf etmeyen, selefini yedi yıl boyunca alabildiğine desteklemiş olan “zalim” medyanın baskısı altında…
Bakın; Sayın Cumhurbaşkanı dert yanıyor.
Sayın Başbakan “medya baskısı altındayız” diyor…
Hükümetin diğer önde gelenleri de öyle…
Her birinden… Bir dokun, bin ah işit...
Tamam… Bütün bunlar böyle de… İş, bu noktalara nasıl geldi?..
Milletin, üçte ikilik Meclis çoğunluğunu teslim ettiği…
Bir dediğini iki etmeyip, istenen bütün makamları verdiği bir iktidar varken…
Bazı medya grupları… Nasıl oluyor da, bütün bir millete ve onun temsilcilerine dünyayı dar ediyor!..
Şöyle:
Sayın Başbakan;
Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı olduğu dönemlerde, Sayın Cumhurbaşkanı “Bunların on puanlık zararını nasıl dokuz puana indirebiliriz?” diye düşündüler…
Ve çare olarak… Bunlara her fırsatta “Gül uzatmayı” tercih ettiler!..
Teker teker hangi güllerin uzatıldığını, kime ne gibi avantajlar sağlandığını sıralayacak değilim de…
Şöyle birkaç ipucu vermek gerekirse… Mesela Sayın Gül’ün Dışişleri Bakanı olduğu dönemde, bazı yakın danışmanları on puanlık zararı dokuz puana indirilmek istenen meslektaşlarımıza “hazır manşetler” vermedi mi?..
Onlardan biri de… Dışişleri Bakanlığı'nın yalanladığı “çankaya Boykotu” manşetinin sahibi olan “akredite” meslektaşımız değil mi?..
Sayın Başbakan da mutlaka, “zararlarını mümkün olan en aşağı seviyeye çekmek” için bu adamlara hak ettiklerinden çok daha büyük değer verdi…
Ne bileyim; Matbaa açılışı için, (en fazla Kültür Bakanı'nı göndermek varken) taaa yurtdışlarına gitmek…
Bir hayvancılık tesisini açmak için, (bir Tarım Bakanı'nı göndermek dururken) neredeyse Bakanlar Kurulu ile çıkartma yapmak…
Başbakan’ın ağırlığı ile asla mütenasip olmayan bir dolu programa katılmak, vesaire…
Ve tabii… özellikle ilk beş yıllık dönemde, sürekli olarak bugün şikâyet edilenlerin televizyonlarına çıktı Sayın Başbakan…
En önemli açıklamaları oralardan yaptı…
Bugün haklı olarak şikâyetçi olduğu gazeteleri-televizyonları, (zararlarını asgariye indirmek maksadıyla) farkında olmaksızın desteklemiş oldu, aslında.
“En önemli medya organları” olarak algılanmalarına yol açtı.
Başbakan’ın bugün çok haklı olarak “ortamı germekle” ve “provokatörlükle” suçladığı medya gruplarının, AK Parti dönemindeki “servet katlayışları” ve “cezadan kurtuluşları” da, milletçe şikâyetçi olduğumuz “Medya Baskısı”nın çok daha kuvvetli bir şekilde tezahür etmesine sebep oldu.
“özgürlükçü” Vakit gazetesi, Nazi Almanyası’nca tek bir mahkeme kararı olmaksızın, hukuka aykırı şekilde kapatılırken, hiçbir etkili girişimde bulunmayan hükümet…
“Provokatör, despot” medya organlarının palazlanmalarına ve sıkıntı verici boyutlara ulaşmalarına sebep oldu, dost uyarılarına aldırmaksızın…
Hükümet ve ona destek veren geniş kitleler…
“Provokatör” medyanın büyütülmesinin…
Ve… On puanlık zarar potansiyellerinin, otuza, kırka çıkartılmasının sıkıntısını yaşıyor aslında…
Her neyse… Bugüne kadar olan oldu…
Hiç olmazsa bundan sonrası için…
“Bediüzzaman’ın o müthiş ikazı”na yer vereyim dedim.
Dostça!..