Masonlar da fetva verir!
İslâm’a inanmayan ve hatta hasım gören kimi çevreler; İslâm’ın tanımlanmasında kendilerini pek de ehil görüyorlar. Bazen de işi bu dinin ahkâmı hakkında hüküm beyan etme derecesine kadar vardırabiliyorlar! Bunun birçok örneği var. Ama en son örneğini Fransız masonların çıkışıyla yaşadık.
Avrupa’nın en eski ve en büyük mason locası olan Fransa’daki Büyük Doğu’nun (Grand Orient) Paris’teki “Avrupa Tartışmasında Masonlar” konulu toplantısında, başörtüsüyle ilgili garip bir fetva verildi. Toplantıda konuşan Fransa masonlarının üstad-ı Azamı Jian-Michel Quillardet, “Başörtüsü takmanın Kur’an’ın emri olmadığını, sonraki yıllarda İslâm adına üretildiğini vs..” söylemiş.
üstad-ı Azam Quillardet, Türkiye’deki başörtüsü yasağının kalkmasına itiraz edince, “Türkiye’de başörtüsü desteğinin yüzde 80’in üzerinde olduğunu” hatırlatan gazetecilere, “çoğunluğun her zaman haklı olamayacağını” söyleyerek yasakçılığın sürdürülmesi gerektiğini ifade etmiş. (Todays Zaman, 16.02.2008)
çoğunluk her zaman haklı değildir, doğrudur, ama azınlığın her zaman haklı olduğunu kim söylemiş? Azınlıkların haklarını korumayı demokrasinin ve insan haklarının bir gereği olarak gören bu zihniyet, ister azınlık ister çoğunluk olsun farketmez; sıra Müslümanların inanç ve ibâdet hürriyetine gelince, onların haklarının korunmasını demokrasiye ve insan haklarına aykırı görüyor.
Masonluğun Büyük Doğu Locası’nın İslâm karşıtı çıkışları yeni değil. 2006 yılında bir Fransız gazetesinin, Danimarka gazetesi Jyllands-Posten’de yayımlanan ve büyük krize yol açan Hz. Peygambere çizgilerle yapılmış saldırıyı sayfalarına taşımasını, “Basın ve düşünce özgürlüğü..” adına bir bildiriyle savunmuştu. Bunu da bir not olarak zikredip bu çirkin karikatürlerin şimdilerde 17 gazete tarafından eşzamanlı olarak yayımlandığını hatırlatalım.
Laikliği savunduğunu söyleyen Quillardet’in temsil ettiği masonluğun karanlık tarihini, din ve dinsizlikle irtibatını da bir tarafa bırakalım ve laiklik adına İslâm’daki bir hükmü ele alarak fetva vermeye yeltenmesinin öncelikle laiklikle çatıştığını belirtelim.
Hazret, böyle bir fetvayı, Avrupa’da, Hıristiyanlık veya Yahudilik adına yapmış olsaydı, dinî alana müdahale ediyor diye çok sert eleştirilirdi. Ama müdahale edilen din İslâm olunca, nedense aynı çevreler lâlu ebkem kesiliyor, laik alanı dinî fetva ile tahkim etmek laikliğin paradigmasına aykırı da olsa bunu tolere edebiliyor.
Bunların Türkiye’deki mason biraderlerinin de başörtüsü yasağının kalmasını önlemek için gazetelere canhıraş ilanlar vermesi, etkili oldukları çevreleri ayaklandırmaları, uluslararası platformlarda organizeli hareket ettiklerini gösteriyor. Başörtüsü yasağının arkasındaki en önemli etmenlerden birisi de bu biraderler dayanışması değil midir zaten?
Fransa masonları hem Türkiye’deki, hem de Avrupa’daki biraderleriyle koordineli faaliyet göstererek bizim yerel olduğunu düşündüğümüz başörtüsü yasağının kalkmasına ve böylece devlet-toplum arasında meydana gelen gerginliğin giderilmesine engel olmaya çalışıyorlar.
Bunu da kimi zaman metazori yöntemler kullanarak (mesalâ zinde kuvvetleri kışkırtarak), kimi zaman da İslâm’ı din dışı yorumlarına nesne kılarak yapıyorlar. özellikle de ikincisini mason iradesini gündeme getirmeyecek maşalar aracılığıyla kullanıyorlar.
İslâm nedir? Bu dinin temel özelliklerini, itikat sistemini, ibâdet ve muamelet sistemini, ahlâk örgüsünü nasıl anlamalıyız? İslâm neyi kuşatır, neyi dışlar; neleri helal ve neleri haram görür?
Bu ve benzeri sorular elbette meşru sorulardır, önemsenmesi gerekir. Bu tür sorular tabiî olarak sadece İslâm dinine yönelik de sorulmaz, tüm dinlere, tüm fikir akımlarına ve ideolojilere de sorulur. Ama soru soranın niyeti de önemli değil midir? Amaç, bir dinin bakışını ortaya nesnel olarak koymak mıdır, yoksa o bakışı tahrif etmek mi?..
Amaç anlamak ise eğer; sorular sorulur ve bu soruların doğru cevapları öncelikle soruya muhatap dinin kutsal metinlerinde aranır. Bu yetmez, o metinlere iman etmiş uzmanların o metinleri nasıl anladıkları, nasıl yorumladıkları ve bunu tarih boyunca nasıl izah ettiklerine de bakılır. Sonra da bu yorumların inanmış geniş kitlelerce dün ve bugün nasıl algılandığına ve asırlarca nasıl pratize edildiğine önem verilir.
İnsaflı bir bakışın yapacağı özetle bu kadardır. Buna da vicdan sahibi bir kimsenin itiraz edeceğini sanmıyorum.
Lâkin, bu tür sorular İslâm’a yöneltildiğinde, ikircikli bir tutumun gözlerden kaçmadığını, bu konulara ilgi duymayan insanlar bile rahatlıkla gözlemleyebilirler.
Neden? çünkü soruyu anlamak için değil, mahkûm etmek, önyargılarını isbat etmek için soruyorlar. İstenilen cevaplar alınamadığında da kendileri bütün pişkinlikleriyle fetva vermeye soyunuyorlar. İşin özü tanıma gayretinden çıkmış, ötekini tanımlama ve kodlama ve bu zeminde tüketme mühendisliğine dönüşmüştür. özellikle de 11 Eylül sonrası sık karşılaşılan bir tutumdur bu.
NUSRET çİçEK(*)
Asıl bundan sonrası önemli..
Anayasa'yı değiştirdiniz, hadi vatana millete hayırlı olsun…
Bundan sonrası?..
YöK Yasası'nın 17. Maddesi'ni ne şekilde değiştirirseniz değiştirin, iş gelir Anayasa'nın 42. Maddesi'ne dayanır.
Her şeyden önce bu maddenin içeriği sakat.
Pamuk ipliği ile bağlı, sallantıda…
42. Madde değişik haliyle demiyor mu ki; “Kanunda açıkça yazılı olmayan herhangi bir sebeple kimse yükseköğrenim hakkını kullanmaktan mahrum edilemez. Bu hakkın kullanımının sınırları kanunla belirlenir.” diye..
Hak kullanma sınırını kanunlar belirleyecekse, ilerisi tıkanık demektir.
Kanun dediğin ne ki?..
“Kabul edenler, etmeyenler…”
Zaten bizdeki milletvekilliği olayı parmak hesabıdır; kalkacaksa kalkacak, inecekse inecek.
İşte bu inme ve kalkmalarla, ancak bu kadarı yapılır…
Halkımız bunu istemiyor, halkın istediği; başına, kıyafetine, inançlarına konulan yasakların hiçbir şarta bağlı olmaksızın anayasal bazda kaldırılmasıdır.
Müslüman halkımız birilerinin keyfine, başına “köle zinciri” vurulmasını istemiyor.
İşin doğrusu, bu başörtüsü sorununu birileri sulandırdı. Hem de öylesine sulandırma ki; çamurlaştırdı… Yılların kanayan yarası, bu şekilde yarım yamalak çözülmemeliydi…
Ya hep, ya hiç…
Madem eğitim özgürlüğü evrensel olarak insan hakkıdır, madem kıyafet özgürlüğü de aynıdır, o halde 42. Madde “Her ne sebeple olursa olsun, hiç kimsenin eğitim hakkı ile kıyafet özgürlüğü kısıtlanamaz, yasaklanamaz; ancak askeri ve de emniyet kuvvetlerine ait kıyafetler kanunlarla belirlenir” şeklinde değiştirilmeliydi.
Yoksa bir kesime, ne kadar açılırsan açıl hürriyeti; diğer çoğunluğa ise kıyafet kısıtlaması insan haklarıyla bağdaşmaz…
Hürriyetler ya adam gibi verilir, ya da saati gelince söke söke alınır.
Görmüyor musunuz, adamların yüzlerindeki siyah kin tam bin yıllık.
Kara okka…
Senin çocuğunun başı madem kapalı, havada uçsa, o kafalardan geçer not alamaz…
“Not vermeyiz” diyenler, dayanışma içerisine girerler…
O tip kafalardan bilim adamı katiyetle olmaz, olursa; ancak odunluk kereste olur…
Ne var ki; bu işi birileri sulandırdı.
öyle ki, yarınların hürriyetlerine de engeller bugünden konulmuş oldu. Bir hürriyetten diğerine geçmek istediğinizde barikatlar size geçit vermeyecek.
Bir baba olarak, kız çocuğunuzu binbir güçlüklerle okutarak doktor yaptığınızı düşünün, göreve sıra geldiğinde sistem dayatacak, “Olmaz!”
Onun çocuğuna sırf eteği kısadır diye bütün kapılar açılacak, seninkine ise örtüsü yüzünden kapanacak.. Sizin insanlıktan ve de insan haklarından anladığınız bu mudur?..
“İmam Başbakan” adlı kitabımda yazmıştım, tekrar edeyim.
MHP’nin Genel Başkan Yardımcısı Sayın Faruk Bal, geçmişte Adalet Bakanlığı'nda Hukuk İşleri Genel Müdürü idi.
Adalet Bakanı ise Şevket Kazan…
Nereden esmişse, başörtülü avukatların duruşmalara başörtüleriyle girmeleri hususunu Faruk Bal ile Sayın Kazan, baş başa vererek çözmek istediler…
Aslına bakılırsa, o yıllarda (1997 yılı) başörtüleriyle birçok avukatlar duruşmalara girebiliyordu. Sorun çıkaran hakimler kısıtlı… Bir genelge hazırlandığını duyunca telaşa kapıldım, ne var ki; kime dinleteceksin. Hukuk İşleri Genel Müdürü varken, Bakan seni dinler mi?.. Oldum olası dinlemezler…
Hele de karşıdaki eski sövenlerden, sayanlardansa daha da makbul…
Neticede, Genelge Hukuk İşleri Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanarak Bakan imzasıyla savcılıklara tamim edildi…
Elde yazılı delil varken, uyuyan yılan artık uyur mu?..
Genelgeyi Türkiye Barolar Birliği kaptığı gibi hemen Danıştay’a…
Bir iptal davası…
Genelge iptal edilmekle kalsa, bir de uzun bir laikçilik gerekçesi…
İşte o genelgeye dayalı olarak verilen Danıştay kararı teşkilata gönderildiğinde, avukatların başörtü sorunu çözülmüş(!) oldu.
O gün-bugün duruşmalar başörtülü avukatlara yasak.
Şimdi de görüyorum ki; hayatında başörtüsü sorunu olmayanlar işin içerisine balıklama dalıyorlar. Gayeleri ne olabilir? Bazıları var ki; gerçekten hürriyet taraftarı, yasakçılığa karşı olduklarından kıyafet özgürlüğünü savunuyorlar… Nazlı Ilıcak ve Gülay Göktürk gibi…
Ama bazıları da var ki; işin politik hesapları peşinde…
AK Parti hükümetinin ele aldığı başörtüsü olayı, onlar için bir pasta meselesi…
Bir koyup, on alacaklar…
Planın birinci sahnesi burası, ikinci sahnede toplumu başörtülü, başı açıklar diye birbirleriyle kapıştırmaya yönelik provokasyonlar sırada bekliyor…
Onlar olunca da birleri “Gördünüz mü?!..” diyecek…
“Biz size demedik mi; bunların derdi okumak değil, şeriatı getirmek…”
İşte asıl bundan sonrası önemli; ektiklerimizi biçeceğiz... (*) Emekli Hakim
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.