Yargıya güven
Yargıya güven, devlete güvendir. Onun için adalet mülkün(devletin) temelidir denilmiştir. Bu güvenin sağlanması ise Yargı erkinde görev alanların tutum ve davranışlarına, yasaları uygularken takındıkları tavra bağlıdır. Adamına göre değişen davranış biçimi, yasaların tatbikinde ortaya çıkan ayrıcalıklı davranışlar Yargıya olan güveni sarsar.
Yargının tarafsızlığı bu bakımdan önemlidir.
Taraf olan bir yargıç,hangi hukuki gerekçeye yaslanırsa yaslansın adaleti temin edemez.
Yasalar hakimlere geniş bir yorum yetkisi vermiştir. Bu yorum alanının siyasi, ideolojik mülahazalarla doldurulması uygulamada birbiriyle çelişen kararların ortaya çıkmasına vesile olur.
Aynı suç, aynı delillerle hakim karşısına çıkan insanların Yargıdan farklı kararlar almasına yol açar.
Türk yargısının temel problemlerinden biri budur. Bunu ETÖ davasında da görmek mümkün. Bazı sanıklar aylardır hapishanede çile doldururken, bazıları hastane yoluyla yargıdan kaçıyor. Ortadaki ciddi ithamlara rağmen hapishaneye girmemek için direniyor. Bunda elbette yargıçların bir kusuru yok. Bir hekim bir tutuklunun yatmasına karar verince Yargının yapacağı pek az şey kalıyor; tedavinin uzaması, bazı tereddütlerin ortaya çıkması halinde tutukluyu tam teşekküllü bir hastanede veya adli tıp’ta heyet önüne çıkarak gerçek durumunu tespit etmek.
ETÖ davasına baktığımızda iddiaların merkezinde bulunan iki ismin neredeyse hapishane ile hiç tanışmadıkları, tutukluluk sürelerini hep hastanelerde, kamu oyunun bilmediği şartlarda geçirdikleri görülüyor. Israrla hastanede kalmak, hapishane şartlarından daha iyi bir ortamın bulunduğunun en önemli karinesidir. Hasta olanın hangi iddianın muhatabı olursa olsun tedavi edilmesi hukukun bir gereğidir. Buna kimsenin itirazı olamaz.. Ama hasta olmayanın da bu yolla hapishaneden kaçırılması, imtiyazlı bir muameleye tabi tutulması büyük haksızlık. Bu hem dışarıdan bakanlar için böyle, hem de tutuklu olanlar için böyle. Dışarıda olanlar, hapishaneden kaçırılanlara bakarak kimi ilişkilerin Yargıyı bile devre dışı bırakabileceğine inanmakta, içeride olanlar ise Adaletin ağına sadece küçük balıkların takıldığını düşünmektedir. Her iki düşünce biçiminin faturası Yargıya güvensizlik olarak ortaya çıkmaktadır.
ETÖ davasında Mehmet Haberal ile Levent Ersöz’ün durumu bunun en bariz göstergesidir. Haberal dört ayı aşkın bir süredir hastanede yatıyor. Tutuklandığı günün dışında hapishanede hiç kalmadı. Son iddianamede olayların en merkezi yerinde olan kişilerden biri olduğu iddia ediliyor. Delil klasörlerinde hakkında bir çok iletişim tutanağı, bilgi ve belge var. Hastalığının ne olduğunu doktorlarından başka hiç kimse bilmiyor. Kendisi de hekim olan Haberal yakalanıncaya kadar nedense böyle bir rahatsızlıktan hiç tedavi olup, uzun süreli yatılı hasta olarak kalmamış. Ama tutuklanır tutuklanmaz kimsenin bilmediği gizli bir derde tutulmuş, aylardır hastanede yatıyor. Üstelik avukatları vasıtasıyla hakkında yazılan her yazı hakkında suç duyurusunda bulunarak basını susturmaya çalışıyor. Haberal ile ilgili en küçük bir ima da bile bulunmayacaksınız. Oysa Yargı’nın gözünde şüpheli olan toplumun gözünde de şüphelidir. Bazıları suçluluğu sabit oluncaya kadar kişi masumdur ilkesini yanlış anlıyor. Bir kişiye suçlu diyebilmek için elbette kesinleşmiş yargı kararını beklemek gerekir. Ama zan altında bulunan, ciddi ithamların muhatabı olarak sanık sandalyesinde bulunan birini de, yargı ile hiç işi olmayan bir kişi gibi masum addetmek yanlıştır. Sanıklık, suçlulukla masumluk arasında bir yerdir. Sanık ne suçludur ne masumdur. Her iki ihtimalin ortasında bir yerdedir. Onun için kimse benimle ilgili iddiaları dile getiremez demek yanlıştır. Sanık itham altındaki kişidir ve masum olduğu anlaşılıncaya kadar bu durumu devam eder. Zanlı sadece yargının önüne çıkmamakta, aynı zaman da milletin vicdanında yargılanmaktadır. Dolayısıyla o vicdan basın yayın yoluyla zaman, zaman muhakemesini yapacaktır. Yargıya güven için, hapishaneye girmemek için her türlü atlatmayı deneyen bu kişilere müsaade edilmemelidir. Bunun yolu da, hastaneleri bir kaçış kapısı haline getirenleri adli tıpa göndererek, Yargının hastaneler yoluyla bay pas edilmesine mani olmaktır. Gecikmiş de olsa Haberal’ın adli tıpa gönderilmesi kamu vicdanını rahatlatmak açısından doğru bir teşebbüstür. Hastaysa tedavi olmalı, değilse herkes gibi cezasını çekmelidir. Türkiye’nin bir hukuk devleti olması, yargıya güvenin temin edilmesi bu gibi durumlarda gösterilen dirayete bağlıdır.