Orhan Türkdoğan ve Güneydoğu
Orhan Türkdoğan Kürt açılımının konuşulduğu şu dönemde düşüncelerine baş vurulacak en önemli bilim adamlarından biri. Daha önce İsmail Beşikçi’yi övmek için, Mehmet Altan kaleme aldığı bir yazısında Türkdoğan’ı kamuoyuna gammazlamış, onu Beşikçi’yi bölücü diye ispiyonlayan kişi olarak takdim etmişti.
Türkdoğan’ın Güneydoğu ile ilgili bir çok önemli saha araştırmaları, bölgedeki aşiretlerle ilgili ciddi, objektif tespitleri bulunuyor.
Güneydoğu kimliği isimli kitabında bölgedeki aşiretlerin yapısını ve Kürtlerin soy köklerini araştıran Türkdoğan 16. yüzyılda bile Şerefname’de Oğuz destanlarına dayanılarak Kürtlerin menşei ile ilgili bilgiler verildiğini belirtir: ”Şeref han Kürtlerin kökeni hakkında şu olayı anlatır, Hz.Peygamber’in ünü ufuklara yayıldığı sıralarda Türkistan’ın en büyük hükümdarı Oğuz Han Medinede kainatın efendisine bir heyet gönderdi. Heyetin başında Kürt büyüklerinden Buğduz adlı bir kişi vardı. ”Türkdoğan, Faruk Sümer’e dayanarak Şerefname’de geçen Buğduz’un aynı zamanda Oğuz destanlarında geçen bıyığı kanlı Büğdüz olduğunu, dolayısıyla o yüzyılda Kürtlerin bir köke bağlanmak yerine Oğuzculuk töresini yürüttüklerini söyler.
Tabi bugün geldiğimiz noktada Kürtlerin hangi menşeden geldiğinin çok büyük önemi kalmamıştır. Kürt’lük bir menşeden gelmekten ziyade, kendini öyle hissetme şeklinde bir tavır olarak ortaya çıkmıştır. Mesele bir etnik kökenden gelmek de değil, öyle olduğunu kabul etmektedir.
Türkdoğan’ın Ümmet-Millet kavramları ile ilgili analizleri de ilginçtir. TSK nın Atatürk’ ümmetçiliğe karşıydı tarzından kitaplar bastırdığı bir dönemde Bir Türk Milliyetçisi olan Türkdoğan’ın ümmet’e bakışı bir çok bakımdan dikkatle değerlendirilmeyi hak etmektedir. ”O halde eğitim sistemimizde İslamın değer ve inanç sistemlerine yönelik yeni bir etikanın oluşumunu göz ardı edinmememiz gerekir. Zira, Ümmet Arapçada umma yani Allahın iradesini ve onun hükümranlığını kabul eden insan topluluğudur. Kısacası ümmet Allah’ın birliğine Peygamberin müjdecisi olduğuna inanların cemaati oluyordu. Bu nedenle milletleşme sürecinde ümmet de rol oynayabilir. Aşırı Laikleşme uğruna bu kavramı devreden çıkarmanın ve onu millet duygusunun karşısına koymanın anlamı yoktur. Her şeyden önce eğitim süreci ile bu ümmet-milliyet duygularının zıtlaşmasını engellemek gerekiyor. Çünkü genel nüfusun % 5 i aşiret yapısı içinde ise, aşiret de milliyet bağından çok ümmet bağını yaşatıyorsa o takdirde ümmet-milliyet diyaloguna önem vermek gerekiyor. Zaten milliyet duygusu da aynı topraklar üzerinde yaşayan insanların tasada kıvançta ortak duygular etrafında birleşmeleri sürecidir. Dinde bu duyguyu fazlasıyla verecek güçtedir. İslami koda göre vatan sevgisi imandandır. Bir diğer deyimle imanı olan ancak vatanı sevebilir. Burada iman-milliyet birleşiyor, büyük sevgiyi meydana getiriyor. Onun için halk katında yaşayan ümmet kavramı ile üst tabakada hakim olan laik düşünceyi eğitim süreciyle ikili kimlikten kurtarma zarureti vardır”(Güneydoğu kimliği S.59)
Görüldüğü gibi Türkdoğan ümmet ile Millet’i biribirinin rakibi değil, tamamlayıcısı olarak görmüş, ortaya çıkan problemlerin aşılmasında önemli bir işleve sahip olabileceğini söylemiştir.
Açılım tartışmalarının revaçta olduğu şu günlerde sorunların çözümünde esas zeminin ne olduğu, ne olması gerektiği açıktır. Kürt sorununun PKK-DTP çizgisinin Marksist zemininde çözülme imkanı yoktur. Ortak payda İslamdır. Demokratik açılımlar önce Kürt’ü Türk’e, Türk’ü Kürt’e kavuşturan İslam’ kardeşliğinin önünü açmalıdır. Toplumu bütünleştiren bu bağ onarılmadıkça, bütün diğer tedbirler muallakta kalacaktır. Türkdoğan biraz da bunu söylüyor.