12 Eylül (2)

12 Eylül (2)

12 Eylül’ün üzerinden 29 yıl geçmesine rağmen, daha bir çok konu aydınlığa kavuşmadı. Olaylarda darbe yapmak isteyenlerin rolünün ne kadar olduğu yeterince bilinmiyor. Dönemin 2.ordu komutanı Bedrettin Demirel’ darbe kararını 1979 da aldıklarını şartların olgunlaşması için bir yıl beklediklerini söylemişti. O bir yılda yaklaşık olarak 3000 genç öldürüldü, yüzlerce binlerce insan suçlu duruma düştü. Binlerce aile eşini, evladını kaybederek mağdur oldu. Olgunlaşmayı beklemek dedikleri şey en hafif tabirle milletin boğazlaşmasını seyretmektir. Zaman, zaman PKK’nın da yeterince üzerine gidilmediğini, seyredildiğini düşünüyorum.

12 Eylül’den herkes kendince dersler çıkardı. Sol da, sağ da muhasebesini yaptı. Aslında BBP hareketi bu muhasebenin sonucu ortaya çıkmış bir partiydi. Ülkücüler işkencehanelerde devletin kutsal olmadığını, asker ocağının peygamber ocağı olmadığını hakkel yakin, yaşayarak öğrendiler. Bugün sokağın çözüm olarak görülmemesinin ardında Devlet Bahçeli’nin siyaset veya vizyonu değil, böyle bir tecrübenin etkisi vardır.Zaten uzun süreli hapis tecrübesi yaşayan hareketlerin toparlanması, yeniden sokağa çıkması zordur..

Aynı süreci sol da yaşadı. Bazıları sürünme hendeklerinden geçerek Atatürkçü oldular. Atatürkçülüğü yeniden yorumlayarak, Marksizm’in bir türevi haline getirdiler. 12 Eylülden en az ders alan sol gurup bu guruptur. Dün Marksizm adına savunduklarını, bugün Kemaliz adına savunuyorlar. Zarf değişti ama mazruf aynı kaldı. Bazıları Liberalleşti, gazete köşelerini mesken tutup, geçmişin edebiyatı ile servetlerine servet kattılar.

En büyük kırılmaları Ülkücü hareket yaşadı. 12 eylül’den önce dini ağırlıklı bir söylemle gençliği ölüm tarlalarına sürenler, 1990 lı yıllarda yeni bir politik dil geliştirerek, sistemin azat kabul etmez kölesi haline geldiler. Ülkücü jargondan dini kavramları ayıklayarak, sistemle bütünleştiler. Verilen yüzlerce şehit, çekilen onca çile sadece ülkücü tabanın MHP ye inancı sarsıldığında onları yeniden rapt-u zapt altına almak için kullanılan bir politika malzemesi haline geldi. Türkeş’le başlayan süreç, bugün Devlet Bahçeli ile devam ediyor. Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşlarının temsil ettiği, geleneksel ülkücü çizgi ise uzun süre BBP’de devam etti. Bundan sonra devam edip, etmeyeceği BBP'yi devralan ekibin samimiyet ve kapasitesine bağlı.

Ülkücülerin hapishanelerde ezilmesinin en önemli sebeplerinden biri merhum Türkeş’in yanlış politikalarıydı. Bir sürü yetenekli insan ağır işkenceler gördü, ceza aldı, sabıkalı, damgalı hale geldi. Bir çok yanlış içinde iki tanesini burada zikretmekte fayda var.

1-90 lı yıllarda Ankara’ya gidiş gelişlerimde Ahmet Er ağabey vasıtasıyla tanıştığımız Nakşi büyüklerinden Ahmet Kayhan hazretlerini ziyaret eder duasını alırdık. Bir çok defa,Ahmet Er’in,Selçuk Özdağ’ın da bulunduğu ortamlarda Türkeş’in tedbirsizliği, ve dikkatsizliği yüzünden ülkücülerin acı çektiğini söylerdi. Bir gün aynen şunları söyledi. 12 Eylül’den az önce Türkeş yanıma geldi; gittim, askerlerin en başındaki adama beraber darbe yapmayı teklif ettim dedi. Bende gerçekten mi ettin dedim evet dedi. Ne dediler peki diye sordum. Beni dinledi, aramızda bir konuşalım daha sonra sana haber veririz dedi. Bende, yanlış yapmışsın, hemen valizini al yurt dışına kaç dedim. Bugün darbe lideri hayattadır, Ahmet Er de hayatta. Bu iddianın mutlaka aydınlatılması gerekiyor. Çünkü bu iddia doğruysa, diğer liderler birkaç ayda tahliye edilirken Türkeş’in niçin uzun süre içerde kaldığı, Ülkücülerin niçin ağır işkencelerden geçtiği daha iyi anlaşılır.

2-İkinci olay ise bu olaydan sonradır. Artık herkesin darbe beklediği bir dönemde, kim bilir hangi akla hizmetle, yedi ilde çevre illerin ülkü ocakları başkanları çağrılarak bölge toplantıları yapıldı. Bu toplantıların bir numaralı gündem maddesi Ülkücülerde bulunan silahların bir dökümünün çıkarılmasıydı. Her ocak başkanı kendi ilindeki silahların, küçük olanları Köse kadı, büyük olanları Dündar Taşer’in büyük Türkiyesi isimli kitaplarla şifreleyerek Ülkü ocakları genel merkez temsilcilerine verdi. Bazı ocak başkanları böyle bir sorgulamayı doğru bulmayarak bizde silah yok diye rapor verdiler. 12 Eylül olduğunda bu dökümanlar MHP genel merkezinde ele geçirildi. Kısa zamanda şifreler çözüldü, ülkücülerin bütün silahları asker tarafından elleriyle konulmuş gibi bulundu. Bu elbette büyük bir yekün değildi. Toplamı 50-60 küçük tabancadan ibaret çoğu laz yapımı olan küçük silahlardı. Ama dökümanlarda bizde şu silahlar var diye ismi geçenlerin hepsi büyük işkenceler den geçip, silahlı örgüt suçlamasıyla mahkum oldular. Aradan 29 yıl geçti kimse bu silahların dökümünü niye çıkardınız ve o listeyi niye yakalattınız diye sormaya cesaret etmedi. Çünkü ülkücü harekette her şey sorgulanır ama genel merkez sorgulanamaz. Sorgulanamadığı için de insanların hayatları, kaderleri ile kumar oynamaya devam edilir.

Evet, ülkücü hareket bir muhasebe yaptı ama bu yeterli değil. Devleti tanımak, askeri tanımak bir merhaledir ama asıl önemlisi kendimizi tanımaktır. Bunun yolu da bazı soruları cesaretle sormaktan geçer. Bu yapılmadan gerçek bir öz eleştiriden söz edilemez.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi