Particilik ve bir siyasi tercih biçimi
Particilik bazen sari bir hastalık halini alabiliyor. Kayıtsız şartsız, muhasebesiz destek çoğu kez bu hastalık halinin en belirgin özelliği olarak ortaya çıkıyor. Bir partinin peşinden gitmek, bir davanın peşinden gitmek gibi algılanıyor.
Halbuki değil.
Biz hepimiz Müslüman’ız. Müslümanlık ise herhangi bir partiye sığmayacak kadar büyüktür. Partiler, Liderler, siyasi kadrolar buna göre değerlendirilir. Dinin partisi olmaz. Ancak bazı partiler dindar insanların temel hak ve özgürlüklerini sağlamada diğerlerine göre daha istekli, daha olumlu tutum takınabilirler. Bundan da şu veya bu parti için din partisi veya dinle özdeşleştirilen bir sonuç çıkarmamak gerekir.
Sol-Kemalist kadroların millet iradesine biraz yatkın partiler için kullandıkları en önemli suçlama budur.
Demokrasinin gereği olarak dine saygı, her dönem irtica olarak yaftalanmış, buna cüret ve cesaret eden partiler kapatılmıştır. Bunun son örneği başörtüsü düzenlemesi münasebetiyle AK parti hakkında açılan kapatma davasıdır. AB’ye girmek için onlarca reform sayılacak düzenlemeye imza atan bir parti, bir başörtü düzenlemesinden dolayı diğer icraatları yok sayılarak hemen merceğe alınmış, kapatılmaktan kıl payı kurtulmuştur.
Müslüman’ın bir davası vardır; o da şu veya bu partiyi iktidara taşımak değil, iyi bir kul olarak hayatını tanzim etmektir. Ancak iyi bir kul olmanın yolu İslam’ı yaşamaktan, yaşatmaktan geçer. Bunun yolu da böyle bir hayat tercihine mani olan sosyal-siyasal şartların düzelmesi için mücadele etmek, bu istek ve arzuyu taşıyan siyasi oluşumlara da destek olmaktır. Böyle bir anlayışta parti gaye değil, ancak gayeye ulaşmayı kolaylaştıran vasıtalardan biri olabilir.
Onun için insanları partilerine, cemaatlerine göre sınıflandırmak, son derece yanlıştır. Aracı amaç haline getiren bir idrak biçimi kişiyi gerçek davasından, yaradılış gayesinden de uzaklaştırır.
Belki parti tercihleri ile ilgili şunlar söylenebilir, İslam’ın değerlerini hayatının gayesi haline getiren biri, bu gaye ile çelişen siyasi tercihlerde bulunursa bu onun siyasal bilincinin eksik olduğuna delalet eder.Çünkü her inanç biçimi ancak yakınında duranlarla diyalog kurabilir,ancak yakınındakinden destek alabilir. İstisnalar dışında bu böyledir. Bir Müslüman Ebu Leheple diyalog kuramaz, destek de alamaz. Daha açık bir ifade ile söylemek gerekirse hayatını İslam’ı yok etmeye adamış biri ile ittifak, dine lakayıt ne yanında ne karşısında olan biriyle ittifaktan daha zor, hatta imkansızdır. Dine duyarsız biriyle o duyarsızlığından hareketle bazı konularda uzlaşma, hatta ittifak bile sağlayabilirsiniz. Halbuki ötekisiyle asla.
Siyasi tercihlere gelince, benim kendimce bir formülüm var, siyasi Liderleri hayalen karşıma alır ve dert edindiğim sorunları tek, tek kendime sorarım,mesela derim ki eline imkan geçse şu baş örtü meselesini Devlet Bahçeli mi çözer, Tayyip Erdoğan mı çözer? Mesela, yine sorarım kendime eline imkan geçse şu Kuran kursu yasağını(ilkokul 5 e kadar) Devlet Bahçeli mi kaldırır, R.Tayyip Erdoğan mı kaldırır. Vicdanım hangisinin bu ve benzeri meselelerde samimi olduğunu düşünüyorsa tercihimi ondan yana kullanırım. Tabi bu iki lideri söz gelimi söyledim bu vicdan muhasebesi başta Baykal olmak üzere Topçu ve öteki parti başkanları için de geçerlidir. Benim vicdanım dert ettiğim meseleleri kimin çözeceğine inanıyorsa siyasi tercihlerimi de ona göre belirlerim. Herkes ne ve neleri dert etmişse tercihini de ona göre yapmalıdır. Yanılırsanız tercihinizi değiştirirsiniz, davanız baki kalır.