Militan, saldırgan, baskıcı, aktif...
Zaman geçtikçe terminoloji ve belki buna bağlı olarak, herhangi bir hususta takınılan tavra temel teşkil eden sebepler, daha doğrusu bahaneler de, değişiyor.
Laiklik mesela.
Bu kelimenin/kavramın, son otuz-kırk yılda aldığı mesafe için başdöndürücü tabirini kullanmak bile yetersiz neredeyse...
70 ve 80'li yıllarda laiklik, tartışılması akıllardan bile geçmeyecek bir kavramdı.
Özellikle de meşhur 163. Madde dolayısıyla, bu konuda söz söylemek ve dahi kalem oynatmak, öyle her babayiğidin harcı değildi.
Hoşa gitmeyen her şey, birilerince tasvip edilmeden atılan her adım, azıcık da dini bir koku taşıyorsa eğer, hemencecik 'Laikliğe aykırı' olarak değerlendirilirdi. Ondan sonrası malum: Kırk katır ya da kırk satır...
Türkiye laikti nasıl olsa ve onun dışında kalan bütün ülkeler ve özellikle batı ülkeleri de laikti. Zaten Türkiye, özellikle gelişmiş batı ülkeleri laik olduğu için öyle idi ve laiklik, batı medeniyetinin sıkıntılı bir şekilde yaşadığı bazı süreçlerin sonunda ulaşılan vazgeçilmez bir değerdi..
Yani evrensel bir şeydi laiklik ve ona karşı gelmek; medeniyete, modernizme, çağdaşlığa, demokrasiye, insan haklarına... karşı gelmekle eş anlamlıydı.
Laikliğin tam olarak ne olduğu, sık sık bu kavramı kullanarak başkalarını suçlamayı itiyat haline getirmiş olanlar da dahil, kimse tarafından anlaşılamamış olsa da, ona karşı olmakla suçlanmak kolay bir şeydi...
Derken, aklımızın ucundan bile geçiremediğimiz bazı şeylerin, örnek aldığımız söylenen batı ülkelerinde vukuatı adiyeden şeyler olduğunu öğrenmeye başladık, yavaş yavaş. Adamlar, seçimlerde başarılı olup görevlerine başlarken, İncil üzerine yemin ediyorlardı mesela!..
Şok!..
Nikahlarını da kiliselerde kıydırdıklarını öğrenmeyelim mi?..
Bak sen!..
Daha da ilginci, Müslümanların yaşadığı bazı ülkelerde, hasbelkader seçilen Müslümanların da Kur'an-ı Kerim'e el basarak görevlerine başladıklarına şahit olduk...
Türkiye'deki okullarda başörtüsü sıkıntısı başladığı zaman, hiç bir batı ülkesinde böylesi bir sıkıntı olmadığını müşahede ettiğimizde, iyice kafamız karıştı. Hele hele ilk ve orta öğrenim sırasında, öğrencilerin dini kurumlarla ne kadar sıkı-fıkı olabildiği ve bunun kimseyi rahatsız etmeyip, bilakis memnun ettiği gerçeği, doğrusu beklenmedik bir şeydi. Batı, bunları yapıyor olamazdı(!). Çünkü birilerinin bize hikaye ettikleri batı ile bu olup bitenler arasında hiç bir benzerlik yoktu...
Dinin hayattan tümüyle kovulduğunu zannettiğimiz batı ülkelerinde, din hayatın ta merkezindeydi ve bu, laikliği filan da zedelemiyordu... Kaymak tabakamızın şarkı sözleri değişmeye başladı o zaman.
Türkiye'nin laikliği kendisine özgü idi.
Yani ülkemizde yıllardan beridir uygulanmakta olan şey aslında bilinen türden bir laiklik değildi, bize özgü idi, ne demekse.
Şimdi ilim adamları bunun adını daha cesur bir şekilde koyuyorlar: Militan laiklik, saldırgan laiklik, aktif laiklik...
Ülkemiz mutlaka aktif, saldırgan ve baskıcı bir biçimde laik olmak zorunda, birilerine göre. Ve onlar, böylesi bir laikliği korumak için devlet kurumlarının hemen her türlü baskıyı yapmak 'mecburiyetinde' olduğuna inanıyorlar...
İyi de; laik, demokratik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti'nde, sayılan kavramların hepsine ters bir anlayış, nasıl kendisine yer bulabilir?..
İşte mesele bu...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.