Bu planlama güzel de...
Diyanet’ten Sorumlu Devlet Bakanı Faruk Çelik, “Yaz aylarında açılan Kur’an kurslarındaki yaş sınırlandırmasını kaldırmayı planladıklarını” söylemiş. Sevindirici bir haber.
Sayın Bakan’ın da söylediği gibi gerçi şimdilik bu sadece bir düşünce, ama olsun; bunun ümidi de güzel. Çünkü, “Kur’an öğrenmede yaş sınırını kaldıracağız” demek, “Sizi devletin boğazınızı sıkan elinden artık kurtaracağız” demektir.
Zaten yönetimin, “Şu yaştan önce Kur’an öğrenimi yasaktır” demeye hakkı olamaz.
Gerçi böyle bir yasak olsa ne değişir olmasa ne değişir! Evladının mânevî geleceğini düşünen her Müslüman, bir şekilde zaten ona Kur’an’ını öğretiyor.
Böyle bir yasağın devamını istemeyiz de, kinâyeten konuşacak olursak, “Bu yasağın devamı bir cihetten iyi de oluyor” diyesi geliyor insanın. Çünkü bu yasağa kızanlar, yasağı delerek çocuklarına daha büyük bir hırsla Kur’an öğretiyorlar. Açıklıyorum; bu yasağı meselâ ben de deliyorum. Her sene komşu çocuklarına Kur’an öğretiyorum, öğreteceğim de. Öğretmeye herkesi de teşvik ediyorum.
Zaten çok geç kalmış olan Kur’an öğrenme yasağının kaldırılma düşüncesi güzel de gönül ister ki, bu da başörtüsü meselesi gibi olmasın, yani doğmasıyla ölmesi bir olmasın.
Malûmunuz, Sayın Başbakan başörtüsü yasağının kaldırılacağını zamansız bir şekilde bir yurtdışı seyahatinde İspanya’da söylemişti. Bahçeli bunu fırsat bilip, “Başbakan’ın bunda samimi olmadığını” söyledi. “Samimiyse bunun üzerinde dursun” dedi. Sayın Başbakan da bana göre oyuna gelip meseleyi devam ettirmek mecburiyetinde kaldı ve yanlış oldu. Çünkü, Baykal öte tarafta pusuda bekliyordu. “Bu yasak kalkarsa, mahkemeye götüreceğini” zaten açık açık söylüyordu. Öyle de yaptı. AKP’nin mecliste kaldırdığı başörtüsü yasağını, CHP yargı yoluyla hükümsüz hale getirdi.
Meseleyi yargıya götürme yolu açık olduğu için, AKP başörtü yasağının kaldırılmasında CHP’ye fırsat vermiş oldu. Sonunda yargının aldığı kararla yasak kilitlendi ve şimdi yasak bütün hızıyla devam ediyor...
Ümidimiz odur ki, Kur’an öğrenme yasağının kaldırılması da böyle olmasın. Çünkü, Cumhuriyetin ve laikliğin yılmaz bekçisi CHP, laik Türkiye’nin laik kalması uğrunda şimdiye kadar hiçbir hizmetten(!) geri kalmadığı gibi, Kur’an yasağının devamı uğrunda da geri kalmaz. AKP bunu iyi hesap etmeli...
¥
Sayın Bakan’ın açıkladığı yeni tasarıda câmi ve mescid yapımıyla ilgili değişiklikler de var. Bu değişiklikler biraz kafa karıştırıyor. Şöyle ki:
Herhangi bir yerde câmi veya mescid yapmak için Diyanet’ten izin alınması şart olacakmış. Niçin?
Belki “Orada câmi veya mescide ihtiyaç olup olmadığına bakmak için” denilecektir.
İyi ama, vatandaş bir market açacak olsa, devlet ona karışmıyor. “Buraya yakın yerde başka bir market var. İkinci markete ihtiyaç yok” demiyor. Câmi veya mescid yapılmasına niçin karışacak?
Osmanlı da bu düşüncede olsaydı, Ayasofya’nın 150 metre yakınında şimdi bir Sultanahmed Câmii olmayacaktı. Osmanlı’nın zamanındaki İstanbul’un neresine giderseniz gidin, biribirine çok yakın câmiler göreceksiniz. Kaldı ki, o zamanlar İstanbul’un nüfusu bu zamana göre çok çok az idi. Yarım milyon bile değil...
Yeni tasarıya göre, “Yapılacak câmi ve mescidlerin hem mülkiyeti hem yönetimi Diyanet’e verilecek.”
İnsan işte bunu anlamakta zorlanıyor. Zorlanıyor değil anlamıyor.
Türkiye’de küçük ibâdet yerlerine mescid büyüklerine câmi deniliyor. Mescidler ekseriyetle işyerlerinde ya bir tüccar tarafından tek başına veya esnafın ortak çabasıyla yapılıyor. Camileri ise câmi dernekleri yapıyor. Yani devletin yaptığı ilaçlık olarak da olsa TEK BİR CÂMİ YOK...
Bakan Bey’in açıklamasına göre; yeni tasarıya göre devlet vatandaşa şöyle diyor:
Ben, -şimdiye kadar olduğu gibi- bundan sonra yapacağın câmi veya mescidin masrafına karışmam. Ama, ben izin verirsem sen benim gösterdiğim yere kendin câmi veya mescid yapabilirsin. Ancaaak! Bunun da şartı var. Yapıp bitirdikten sonra hem tapusunu hem de yönetimini bana, Diyanet’e devredeceksin...
Siz ne dersiniz buna sayın okuyucular? Bunu normal görüyor musunuz?
Bir sitedeki, bir iş yerindeki mescide devletin müdahale etmek istemesini anlamak kolay değil.
Bilhassa büyük şehirlerde, birçok işyerinde büyüklü-küçüklü mescidler var. Esnaf bir araya gelmiş, yapmış. Masrafını da görüyor, yönetimi de tıkır-tıkır işliyor. Böyle yerler devlete teslim edilirse ne olur?
Diğer devlet dâireleri nasıl olursa öyle olur. Bunun temizliği var, ısıtması var, aydınlatması var, var oğlu var...
Devlet bu hizmetleri nasıl yapacak? Hepimiz, “Devlet memuru zihniyeti” sözünü biliyoruz. Bu zihniyet bu mescidlere de çökerse iyi olur mu?
Biz, Müslümanlar olarak Diyanet İşleri Başkanımızdan da, müftü, vâiz, imam ve müezzinlerimizden de memnunuz. Büyük bir gayret ve fedakârlıkla hizmetlerine devam ediyorlar.
Sayın Bakanım! Lütfen meseleye bir defa daha eğiliniz ve bu aziz kadronun çalışma şeklinde bir yanlış değişikliğine gitmeyiniz.
Bu meseleyle ilgili bizim bilmediğimiz başka noktalar varsa onu da bilmek isteriz. Saygılarımızla...