'Bir hesap verme halimiz yok' dedi ve...
Bir numaralı sorumlu, maçtan sonra değerlendirme yapıyor: "Hiçbir zaman başkasını suçlamadım. Oyuncularımı asla. Maçta bir grup istifa diye bağırdı, bir grup imparator diye. 89-90 yılından beri bu seyircinin yeri tribün olmadı. Genelde hep sokaklarda gezdiler, hem de gururla.
O zamanlar ben vardım, yine olacağım. Unutulmasın ki her türlü önemli başarıda benim damgam bulunmaktadır."
Ne demeye geliyor bu sözler? "Kazanırken iyiydik, kaybederken kötü olduk. Benim sayemde başınız dik, sokaklarda zafer nârâları attınız" demek, zımnen de "ayıp ediyorsunuz, nankörlüğün lüzumu var mı?" demek değil mi?
İlk bakışta mâkul gibi görünüyor. "Dar Alanda Kısa Paslaşmalar" filmindeki amatör mahalle takımını sırtlayıp, kavruk imkânlar muvacehesinde bir futbol destanı yazabilmiş, amatör ruhlu bir teknik adam, mahalleliden gördüğü nankörlük üzerine böyle kahırlı konuşursa mâkuldür, fakat bu hissî, hattâ acıklı tabloyu gerçeklikten uzaklaştıran minik bir ayrıntı var: Profesyonellik.
Profesyonelliğin ne olduğunu, futbol dünyasının meşhurları kadar bilmemize imkân yok; istenmeyen sonuçlardan sonra, "Bizler profesyonel insanlarız, artık önümüzdeki maçlara bakacağız" lâkırdısını bir başka endüstrinin çalışanları icad etmediler. Milli takımda oynamak, milli takımda çalışmak, hiçbir zaman "meccânî" bir faaliyet, bir hayır işi, bir hatır-gönül meselesi olmadı. Tamam, meselenin hissî kısmı abartıya müsaittir, şudur-budur fakat neticede kabul edelim, futbol artık bir endüstri dalıdır; Türkçe'de nasıl ifade edilir bilmiyorum: This is business!
Ve kabul etmeliyiz ki mesele business olunca, "Business is business!"dir yani...
"Vaay, kazanırken iyiydi de kaybedince böyle mi oluyoruz şimdi?" diye içerlemek, hani nasıl derler Türkçe'de, biraz "Alla Turca", biraz "Pathetique" bir tepki olmuyor mu? Halbuki, endüstriyel boyut kazanmış işlerde içerlemek diye bir fiil yoktur.
Amma velâkin bir noktada hak veririm; şudur: Başarısızlığın en seri şekilde cezalandırıldığı yegâne sektör futboldur Türkiye'de. Kötü politikacı, kötü yönetici, kötü öğretmen, kötü yazar, kötü genel müdür veya müsteşarlar, -eğer destekleyenleri sahip çıkarsa, ki çıkar!- başarısızlıklarına rağmen yerlerinde direnebilirler. Onlar için istifa diye bir kurum yoktur, emeklilik vardır veya farklı bir mevki için yer değiştirme söz konusudur (bkz. "Tenzil-i rütbeye uğramış değilim, aksine taltif edildim; büyüklerime şükran borçluyum" replikleri).
İmdi bunun nasıl bir hâlet-i rûhiye olduğunu az buçuk kavrayabiliyoruz: Huzuruna mancınıkla çıkılan, birçok business muhitlerinde "guru" muamelesi gören bir medyatiklik mertebesine nail olmuşken sıra takımlarına puan verip sıralamanın ortasına demir atmak kolay değil. Nitekim bu hâlet-i rûhiyeyi bire bir aksettiren o sözleri, dünün gazetelerini o kadar arayıp taradımsa da göremedim. Şöyle dedi bir numaralı sorumlu istifa sürecini dile getirirken,
-Bir hesap verme halimiz yok (burada biraz biraz tereddüd ediyor ve şöyle devam ediyor) ancak bir izahat yapacağız!
Kelimesi kelimesine böyle olmayabilir; zihnimde böyle kalmış fakat üç aşağı-beş yukarı bu kelimeler...
İşin en eğlendirici tarafı, futbol kalemşörlerinin sıcağı sıcağına, "Yahu hemen gitmesin; iyidir, biz onunla çok başarılar kazandık; Avrupa üçüncüsü bile olduk; daha çok hizmet verecektir Türk futboluna, ancak yardımcıları..." yollu ihtiyatlı lâflar etmeleriydi ki çok eğlendiğimi itiraf etmeliyim. Normaldir, her imparatorlukta, maiyettekiler, öyle durup dururken imparatora "küüt" diye "git" diyemezler.
Bu bakımdan, "Düdüğünü assın ve gitsin" diyebilen Turgay Şeren büyüğümüzü tebrik ederim..