Bırakın oynasın çocuk
Gençlere tavsiyemiz o ki öğrenmek ve öğrendiğinizi yaşamak gibi bir derdiniz varsa sizden ileri yaşlardaki insanlarla gönül köprüleri kurun. Kitap okumanın da sebebi bir anlamda bu değil midir? Konferanslara bunun için gidilmez mi? Sohbetlerdeki kalb akışları böylece gerçekleşmez mi?
Hayat bir çan eğrisidir. Sıfır noktasında başlar ve diğer sıfır noktasında biter. Sizden öncekilerin hayatı, zirveye vardığı andan, ikinci sıfır noktasına doğru yaklaşmaya başladığında sizin için istifade edilecek malzemedir. Çünkü, her hayat, harp ve sulhler, suç ve cezalar, ihtişam ve sefaletler, fareler ve insanlar ve insan ve insan öteleriyle doludur. Her insan fatih-harbiye arasındadır.
Önce Halit Refiğ’in ölüm haberini aldık. Sonra Ergun Göze’nin. Biriyle on altı, diğeriyle on dokuz yaş farkımız vardı.
Halit Refiğ, Kemal Tahir ekolünden bir yerli solcuydu. Baş başa çok sohbetlerimiz oldu. Ulusal Sinema diye bir nazariyesi vardı. Sinemayı millileştirme projesi. Sanat millileşmeli mi evrenselleşmeli mi? Herhalde evrenselleşme, cihanşümul değerlerler manzumesinde şerefli bir yer alabilme milli pınarlardan beslenmekle mümkün...
Halit Refiğ’den bir gün sinemanın tarifini dinlemiştik. Hayır bu tarifi kendisi yapmıyordu. Bu tarif, Sultan Reşad’a aitti. Balkanları ziyaret eden son Osmanlı Padişahı’dır. O ziyarette Kosova’da bir milyonluk bir cemaatle bir Cuma namazı kılınmıştır. O namaz, sanki bir vedadır, adeta bir saladır...
Kara tren, bir genç kızın kömür karası saçlarını rüzgârda savurması gibi dumanlarını savura savura istasyona yaklaşıp da durduğunda kalabalık Hakan-Halife’yi görmek için hücum eder. Sinema makinesi yeni bulunmuştur. Bir muhabir, Padişah’ı görüntülemek için yaklaşırken muhafızlar, mani olmak isterler. Padişah da onlara mani olur:
-Bırakın oynasın çocuk!
Halit Refiğ demişti ki: “Sinemanın bundan daha güzel tarifi olamaz.” Belki de en sevdiği eserinin yakılmasıyla muzdarip bir Yorgun Savaşçı’ydı. Düşünen bir kafaydı, namuslu bir fikir adamıydı.
Çektiği her film, bir hayalini paylaşmaktı.
Kim bilir daha ne hayalleri vardı?
Ki ölüm merhaba dedi...
Ergun Göze, Tercüman’da Ahmet Kabaklı’dan sonraki en milliyetçi kalemdi. Sonra ikisi de Türkiye gazetesine geçtiler. Peyami Safa, ekolünden gelmekteydi. Nazım Hikmet’e hasım, Necip Fazıl’a yakındı. ’70’lerde, ’80’lerde anarşi ve terör devrinde kelle koltukta, hayatını tehlikeye atarcasına militan solla mücadele etti. Zaman zaman çok şiddetli polemiklere girmekteydi. Kısa ve keskin yazardı. Son üç çeyreğin dokuma hatası nesiller oldukları için o devir öncülerindeki bazı eksiklikler, takip eden gençliği hep üzmüştür. Tesettürü algılama, eshabı kiramı firesiz kabullenme şartındaki kaçak gibi.
Af ve rahmet dileriz.
Bir nesil, gün gün eksiliyor.
Bu dünyanın kanunu böyledir.
Dolar ve boşalır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.