Hocalar resmi geçidi...

Hocalar resmi geçidi...

Geçtiğimiz pazar günü, Altay Siyasi Araştırmalar Merkezi’nin organize ettiği ve Çorum Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi hocalarından Profesör Salim Öğüt’ün konuştuğu, “İmam-ı Âzam Ebû Hanife’yi Anlamak” konferansındaydım. Keşke her ilâhiyât profesörü, Salim Hoca gibi ilmen dolu ve itikâden sağlam olsa.
Bunun gibi, ehl-i sünnetle ilgili toplantılar artık nâdirattan oldu. Mayıs ayının sonunda da “İmam Mâtürîdî ve Mâtürîdîlik” toplantısı vardı, o toplantıyı da alâkâ ile takip ettim. İki toplantı da bizi yakından ilgilendiriyordu. Çünkü, İmam-ı Âzam Hazretleri amelde, İmam Mâtürîdî Hazretleri de itikadda imamımız.
Ne var ki; buna benzer toplantılar olsun, bu konudaki kitaplar olsun, bazen insanı hayâl kırıklığına uğratıyor. Çünkü; doğru şeyler okuruz veya dinleriz düşüncesiyle yaklaştığımız bu tür bazı kitap veya toplantılar, insanı hayâl kırıklığına uğratıyor. Zira başka şey bekliyor, başka şeylerle karşılaşıyorsunuz.
Meselâ, bir ilahiyat profesörü, kalkmış ehl-i sünnet akîdesinin temel kitaplarının başında gelen ve yazıldığı zamandan bugüne kadar medreselerde ders kitabı olarak okutulan Şerh- Akâid’i sözde tercüme etmiş; daha doğrusu tercüme etmiş görünüyor..
İlmî yetersizliğinden dolayı düştüğü tercüme hatalarını haydi görmeyelim. Ama ortada bir de kasıt var. Kasıt şu: Adına tercüme denilen kitap, tercüme görüntüsünde basbayağı Şerh-i Akâid’i tenkit. Bu bir…
Bir de Yaşar Nuri’miz var…
Ondaki cevheri (!) keşfeden televizyon erbabı, saf ve orijinal İslâmî bilgileri(!) onun vasıtasıyla bu millete aktarmak için hizmet(!) yarışına girdi. Hatta, sermayesi sırf Müslümanların parası olan bir kanal, merasimle ona ödül bile verdi. O zaman kendilerini, “Hangi hizmetinden dolayı ödül veriyorsunuz?” diye ikaz ettikse de, karşılığında sadece şiddetli tepki aldık. Şimdi Yaşar Bey onların amansız muarızı…
Yaşar Nuri, yeteri kadar tanındığına kanaat getirince, kapağı siyasete, kendine en uygun olan CHP’ye attı. Bakanlık bekliyordu, olmadı. Ayrıldı, parti kurdu. O da olmadı ve siyasî faaliyeti son buldu.
Dünyevî isteğin tavanı yok. Misyonunu icra etmek ve gündemde kalmak için büyük zâtlarla uğraşmak icap ederdi, o da öyle yaptı. Medih görünüşlü zemle İmam-ı Âzam Hazretleri’nden bahsetmeye başladı…
Kendilerini o mübârek imamdan daha büyük gördükleri için midir nedir, birçok ilâhiyatçı, “İmam-ı Âzam/En büyük imam” demekten kaçınıp “Ebû Hanife” diyor. Buna rağmen Yaşar Nuri, “İmam-ı Âzam/En büyük imam” diye anıyor. Bu da, bir kimsenin aleyhinde rahatça konuşabilmek için başka bir taktik olsa gerek.
İmam-ı Âzam’ı gerçekten “İmam-ı Âzam” kabul eden kimse, onun mezhebine tamı tamına uyar ve görüşlerine itiraz etmez. “Benim mezhebim yok” demez. “İlle de Kur’an’daki İslâm” diyerek Kur’an’ın hükümlerini ortadan kaldırmak için var gücüyle çalışmaz.
Şimdi, “Ben Kur’an’ın hükümlerini ortadan kaldırmak için mi çalışıyorum!” diye itirazı basacak.
Ya ne yapıyorsunuz beyefendi! Kur’an-ı Kerim, Hucurât Sûresi 13. âyette “Şüphesiz ki, sizin Allah yanında en şerefliniz, en takvâlınızdır” buyurduğu halde, Üçüncü Alevî Çalıştayı’nda, “Takvânın, insanlar arasında üstünlük ölçüsü olmaktan çıkarılması lâzım” diyen siz değil misiniz?
Kur’an, “Üstünlük takvâdadır” buyuruyor, siz “Bu üstünlüğü yok sayalım” diyorsunuz. Bu nedir?
Kur’an’ın ilk âyetlerinde, Bakara Sûresi’nin daha başında, “Kur’an’ın, takvâ sahiplerinin rehberi olduğu” ifade buyurulmuyor mu? Demek ki, takvâlı olanlar Kur’an’a uyan kimselermiş.
Kur’an-ı Kerim böyle buyurduğu halde, çıkar da, “Takvânın, insanlar arasında üstünlük ölçüsü olmaktan çıkarılması lâzım” derse, Kur’an’ın hükmünü ortadan kaldırmak için uğraşmıyor da ya ne yapmak istiyordur?..

Mayıs ayında, Üsküdar Altunizade’de “İmam Mâtürîdî ve Mâtürîdîlik” toplantısı vardı. Ehl-i sünnet itikad imamımızla alâkalı olduğu için gittim. İlk konuşmacılardan birisi, İmam Mâtüridî Hazretleri’nin “Te’vîlü’l-Kur’an” isimli eserini baskıya hazırlayan ilâhiyat profesörü idi. Konuşmasından sonra, bir konuda kendisine bilgi verdim. Verdiğim bilgi şu:
“Bir vakfın başkanı olan başka bir ilâhiyat profesörü, Ömer-i Nesefî’nin Metn-i Akâid’ini tercüme etmiş. Kitabın aslında olmadığı halde, parantez içinde “Çoraba meshedileceğini” yazmış. Kendisiyle görüştüm. Hem kitapta çorap kelimesi geçmediğini hatırlattım, hem de şimdi giydiğimiz ince çoraplara meshedilemeyeceğini söyledim. Kabul etmedi ve “Ayak yıkamak kolay mı? Ben çoraba meshediyorum” dedi. Fıkıh kitaplarındaki, çoraba meshedilip edilmeyeceği meselelerini de kabul etmediğini söyledi.”
İşte bu bilgiyi verdim. Ehl-i sünnet itikad imamı olan Mâtürîdî Hazretleri’nin kitabına emek veren birisi olarak, bu meseleye karşı çıkacağını beklerken ne dedi biliyor musunuz? “Ben de çoraba meshediyorum.”
Mezheb imamlarının ictihadlarını hatırlatacak oldumsa da, “Mezhebler beni bağlamaz” diye kestirip attı. İlâveten, “Hocaların hocası” diye lanse ettikleri müctehidliği kendinden menkul zâtın da ayaklarını yıkamayıp çoraba meshettiğini söylemesi, bana “Karaman’ın koyunu, sonra çıkar oyunu” dedirtti.
1970’li senelerde, “Telfîk-i mezâhib/Mezhebleri ortadan kaldırmak” için çalışanlarla beraber göründüğü halde, son senelerde bu konularda pek ismi duyulmadığı için kendisi hakkında hüsn-i zannım vardı. Bu hayâl kırıklığıyla, Kur’an ve kıraat ilimleriyle temâyüz etmiş olan ve daha mütedeyyin gördüğüm başka bir profesörle konuştum bu meseleyi. Bendeki saflığa bakın ki; onun “Onlar yanlış yolda” diyeceğini zannediyorum. O da “Abdestte ayağımı yıkamıyorum, ben de çoraba meshediyorum” demez mi!..
Ayrıca, o da müctehidliği kendinden menkul zâtın çoraba meshettiğini tekrarladı. Ben de tabiî olarak içimden “Karaman’ın koyunu, sonra çıkar oyunu” sözünü tekrarladım.
Yalnız, müctehidliği kendinden menkul zât kurnaz davranıyormuş. Halkın olmadığı yerde abdest alırken çoraba meshediyor, herkesin göreceği yerlerde ise ayağını yıkıyormuş.
Ama bir gün gelir, “Karaman’ın koyunu, o gün çıkar oyunu...”

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi