Bediüzzaman, “İsmim, ‘Said Nursî’dir” (1)
Bediüzzaman Said Nursî’nin te’lif ettiği çağın Kur’ân tefsiri Risâle-i Nur Külliyatı, Anadolu’da, İslâm âleminde ve bütün dünyada dalga dalga yayılmakta, kalpler ve gönüller üzerinde büyük akisler meydana getirmekte.
Ülkemizin, İslâm âleminin ve topyekûn insanlığın mânevî bunalım ve problemlerine çözümler getiren; demokratikleşmenin, Güneydoğu meselesinin, din ve fen ilimleri ilişkisinin, toplumun ve gençliğin ıslâhının ve diğer içtimaî konuların Nur Risâlelerinin mânevî ve fikrî mesajı ekseninde tartışılması, bazı mihrakları oldukça rahatsız etmekte.
Bu sâikle çağımızda bir Asr-ı Saadet Müslümanı olan Bediüzzaman hakkında “bayat isnadlar” yeniden gündeme getirilmekte... Tefsirlerinin, fikirlerinin, dâvâsının ve mücadelesinin tam aksine ithamlar, Bediüzzaman’ın görüşlerinin kabulüne karşı azgınlaşmakta; daha önce bütünüyle çürütülmüş bühtanlar, sırf zihinleri bulandırmak için ısıtılıp piyasaya sürülmekte...
İFTİRALARLA KİME
YARANACAKLAR?
Bazı odaklara “şirin” gözükmek, birilerine dalkavukluk yapmak, kimi dinden bîbehre farmasonlara yaranmak adına, ifsad şebekelerinin tahrikiyle Bediüzzaman’a ilişme cür’etinde bulunanlar, şeytanları dahi inandıramayacak kocaman yalanları savurmaktalar.
Bediüzzaman’a ve Nur Talebelerine yönelik iftira kampanyasına katılan ve mâlum zihniyet hesabına kalemlerini fitne ateşine odun yapanların başvurdukları bayat iftiralardan biri de Bediüzzaman Said Nursî’nin ismi üzerindeki çarpıtmadır…
Oysa Bediüzzaman, isminin “Said Nursî” olduğunu bizzat eserlerinde ifâde eder; Osmanlı döneminde doğduğu bölgeye atfen kullanılan “Kürdî” lâkabının ırkî bir anlam taşımadığını, doğduğu bölge adından geldiğini açıkça ifâde eder.
Zira Osmanlı devletinin coğrafî terkibinde ve resmî devlet sâlnamesinde bu bölgeye “Kürdistan” denildiğinden Bediüzzaman da önceleri buna izâfeten “Kürdî” lakabını kullanır. Osmanlı nüfus kayıtlarında tıpkı Karadeniz bölgesine “Lazistan”, Gürcülerin yaşadığı bölgeye “Gürcistan” denildiği gibi, Doğu Anadolu’ya “Kürdistan” denmesine atfen, “Kürdî” soyismini alır.
Ancak Osmanlı’dan sonra Bediüzzaman bu “lakabı” kaldırır, kullanmaz; bütün kitaplarını ve mektuplarını bizzat “Said Nursî” diye imzalar. “Eski yazılarında kullandığı “Kürdî” ve diğer lâkapları “Nursî” olarak değiştirir.
Ve hayatta iken tabettirdiği “Tarihçe-i Hayat”ında da yer alan 1935’teki Eskişehir Mahkemesi Müdafaasında bu hususu bir defa daha sarahate kavuşturur; ismi “Said Nursî” iken kendisine kasden “Said-i Kürdî” diyenlerin sinsî desîselerini deşifre eder.
“Adalet noktasından tarafgirlik fikrini verip, adaletin mâhiyetini zulme çeviren, hakkımda sarf edilen bir tâbirdir ki, Isparta’da ve burada bazı isticvablarda (sorgularda) ismim Said Nursî iken, her tekrarında ‘Said Kürdî’ ve ‘Bu Kürd’ diye beni öyle yâd ediyorlar. Bununla, hem âhiret kardeşlerimin hâmiyet-i milliyelerine (milliyetçilik hislerine) ilişip aleyhime bir his uyandırmak, hem mahkeme ve adaletinin mahiyetine bütün bütün zıt ve muhalif bir cereyan vermektir” açıklamasında bulunur. (Tarihçe-i Hayat, 200-203)
“KÜRDΔ LÂKABININ YERİNE
BİZZAT “NURSΔYİ YAZMIŞ…
Buna rağmen bazılarının “Kürdî” tâbirinde ısrarlarının, kendisi hakkında “bir yabanîlik hissini vermek ve nazâr-ı adâleti şaşırtmak” olduğunu belirten Bediüzzaman, devamında bu sathî ve sığ isnada karşı şu hitapta bulunur:
“Ey efendiler! Ben, herşeyden evvel Müslümanım ve Kürdistan’da dünyaya geldim. Fakat Türklere hizmet ettim ve yüzde doksan dokuz menfaatli hizmetim Türklere olmuş ve en çok hayatım Türkler içinde geçmiş ve en sâdık ve en halis kardeşlerim Türklerden çıkmış. Ve İslâmiyet ordularının en kahramanı Türkler olduğundan, meslek-i Kur’âniyem cihetiyle, her milletten ziyade Türkleri sevmek ve taraftar olmak kudsî hizmetimin muktezası (gereği) olduğundan, bana ‘Kürd’ diyen ve kendini milliyetperver gösteren adamların bini kadar Türk milletine hizmet ettiğimi, hakîki ve civânmert bin Türk gençlerini işhâd edebilirim (şâhid gösterebilirim.)” (a.g.e.)
Keza Bediüzzaman’ın bütünü beraatle neticelenen, kendisinin ve Nur Talebelerinin yargılandığı mahkemelerde haklarında hazırlanan iddianâmeler, resmî evraklar üzerindeki işlemler hep “Said Nursî” ismiyle olmuştur. Bunun içindir ki altı bin sayfalık Kur’ân tefsiri Risâle-i Nur Külliyatı kitaplarına ve daha evvel yazdığı “Münâzarât” ve “Sünûhat” gibi “Eski Said Dönemi Eserleri”ne “Said Nursî” imzasını atar; eski mektuplarındaki “Kürdî” kelimesinin yerine bizzat “Nursî”yi yazar.
Osmanlı döneminde yazdığı, sonradan eline geçen makale ve kitaplarında geçen “Kürdistan” kelimelerinin çoğunun üzerini çizerek kalemiyle “Şarkî Anadolu” diye tashih eder; hatta Osmanlı’nın son döneminde Şark’taki aşiretlere verdiği “içtimâ-î hayatımıza nâfî (menfaatli) hürriyet ve meşrûtiyet dersleri”nde, “Ey Kürtler!” diye başlayan bazı hitapları dahi “Ey bu vatan evlâtları” olarak değiştirir. O gün Doğu’daki Kürt aşiretlerine verilen bu derslere bütün vatandaşları muhatap kılar…
Bediüzzaman’ın hayatı ve eserleri ortada. Daha hayatta iken, menhus mahfillerden gelen sözkonusu isnad ve iftiraların hepsine bizzat cevap vermiş ve tarihe geçen kahramanca ilmî ve fikrî mücâhadesiyle fiilen tekzip etmiş...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.