İnançları Aşağılayanlara Ders Olsun
İnançları kişilerin en büyük özellikleridir ve kişilikleri onlarla özdeşleşir. İnançları, insanların şerefleri, haysiyetleri ve onurlarıdır. Onlarla kendilerini var ve saygın kabul ederler.
Bir insanın inançlarına sövmek, hakaret etmek, tezyif ve tahkir, aşağılama, doğrudan o adamın kişiliğine yapılmış en korkunç saldırıdır. Bu saldırı insan haklarına, evrensel hukuka aykırı olduğu kadar, aynı zamanda o kişinin edepsiz ve terbiyesizliğinin de bir belgesidir.
Bu haksız, hukuksuz ve edepsiz insanlar, bu cahil ve çağdışı mahluklar, elbette cezalandırılmayı hak etmişlerdir.
Ama bu ceza ne olmalıdır ve nasıl verilmelidir?
Bir kere inançlara saygılı olmak bu kadar önemli ise, bunlara saldırı insanı bu kadar yaralıyorsa, bunun cezası oldukça büyük olmalıdır. Nitekim İslam da bunu şiddetle yasaklamış ve bu konuda ciddi ve caydırıcı cezalar vermiştir. Çağdaş hukukun da bu konuda ceza vermesi vardır ama, verdiği cezaya bakılırsa meseleyi ciddiyetiyle kavradığı söylenemez.
Hele bizde, devlet kendisine hakareti cezalandırdığı kadar, inançlara hakareti cezalandırmayı düşünmemiştir. Çünkü devlet yıllarca bizzat kendisi “irtica” adı altında belli bir kesimin, hatta çoğunluğun inançlarını hem de çok seviyesizce aşağılamıştır. Hatta ne yazık ki bu bir devlet geleneğine dönüşmüştür. Böyle bir devletten inançlara hakarete caydırıcı bir ceza vermesi nasıl beklenir ki?
Gelelim bu cezayı kimin vereceğine.
İslam, dünya hukuk sistemine “ihkak-ı hak caiz değildir” diye altın gibi bir kural hediye etmiştir. Yani kişilerin haklarını bizzat kendileri almaları caiz değildir. Bu hak devlet, yani mahkeme yoluyla alınacaktır. Şahsi intikamcılığa yer yoktur.
Bu kuralın uygulanması ve devam etmesi için, hem hukukun, kanunların halk vicdanında bir değer ifade etmesi, hem de yargının adaletle işleri görmesi, bunu da mümkün mertebe zamanında gerçekleştirmesi gerekir. Bütün bunların yokluğu, “ihkak-ı hakkın” devlete değil, “Teksas”ta olduğu gibi şahıslarca gerçekleştirilmesi demektir. Buna yol açar yani.
O zamanda saygın bir devlet ve huzurlu, güvenli bir topluma elveda demektir.
İşte Amerika’daki cinayet bize bunları hatırlattı. Ama gündem yoğunluğundan bu yorumu ertelemek zorunda kaldık. Neydi olay hatırlayalım mı?
Başlık bile ilginç: “müslüman binbaşı Teksas'ta askeri üssü bastı 12 asker ölü.” Gerisini hatırladınız herhalde:
“Amerika Birleşik Devletleri'nin Teksas eyaletindeki Fort Hood Askeri Üsssü'nde psikayatr olarak görev yapan Nidal Malik Hasan adlı bir binbaşı, 13 kişiyi öldürdü.
Yeğeninin inançlı bir Müslüman olduğunu ifade eden Hasan, “Nidal 11 Eylül’den bu yana inancıyla ilgili her türlü tacize ve alaya direnmekle birlikte yıllardır ordudan terhisini istemekteydi” dedi.
30 kişiyi de yaralayan saldırgan yaralı olarak ele geçirildi. Daha önce saldırganın öldüğü açıklanmıştı. Ölenlerden biri polis diğerleri asker. Olayın ardından üsse giriş çıkışlar yasaklandı. Binbaşı Hasan'ın Irak'a gitmek istemediği bildiriliyor. Subay arkadaşları, Amerikan televizyonlarındaki mülakatlarında, Hasan'ın, Amerikan ordusunun Irak ve Afganistan'daki operasyonlarından rahatsızlık duyduğunu aktardılar.” (http://www.ensonhaber.com/dunya/238475/teksasda-askeri-usse-saldiri-7-olu.html)
adam psikayatr olarak görev yapıyor. Yani sinir sistemi dayanıklı olması gerekir. Ama bir yerde patlıyor. Neden?
Haberlerden anlaşıldığına göre, “11 Eylül’den bu yana inancıyla ilgili her türlü tacize ve alaya direnmekle birlikte yıllardır ordudan terhisini istemekteydi.”
Evet, sen adamı inançlarından ötürü her gün aşağıla, alaya al, hakaret et, taciz et. Adam “şerrinize lanet” diyerek ayrılmak istesin içinizden, ona da izin verme, üstelik inadına Irak’a Müslüman öldürmeye gönder, olacağı budur. Başka bir şey mi beklenir? Adam, Irak’ta Müslüman öldüreceğine, orada dinine küfreden kafir öldürür.
Acı bir olay. Umarım insanlar ders alırlar.