'Üptük, yoktur çaremiz'

'Üptük, yoktur çaremiz'

"...10 Kasım sabahı 'terki hayat etmişlerdir'le biten son raporunu hususi dairede bana yazdırırken Dr. Neşet Ömer meslek alışkanlığıyla ne serinkanlı ve ne de telaşsızdı. Saray koridorlarında bir koşuşma oldu. 'Salih Bozok kendini vurdu' sesleri işitildi. 'Mutat zevat'tan Bozok'un 'O ölürse ben de yaşamam' dediğini hep duyuyorduk (...) 'Mutat zevat'tan harakiriye başkaca iltifat eden olmadı.
12 Kasım günü üst üste yığılan kalabalık, önlerindeki hazine dairesi [Dolmabahçe Sarayı kastediliyor] kapısının birdenbire açılması üzerine ani bir sendeleme dalgasının kakışı ile içeri dolarken on bir kişi ezilerek ölmüştü.

Ankara'da sayısız başsağlığı ve kutlama telgraflarıyla mektuplar, dört bir taraftan yağıyor (...) Unutulmayacak bir başkası var: Geldiği yer Amman. Metin şuna yakın: 'Her şeye rağmen ufulü azim ziyadır. İmza: Çerkez Ethem.' Sonunda Yunan ordusuna sığınan, büyük Nutuk'taki anlatımla 'emirberlikten gelen ve esasen daha yüksek bir kabiliyet-i fikriyeye malik bulunmayan asi Ethem'.

Mektuplardan bir tanesini hep anımsayacaktım. Makinede yazılmış. İstanbul'dan geliyor. Şu tümcesi, bence yüzyıllar boyu değerini koruyacak; ilerde belki bir piyes ya da roman yazarına esin kaynağı hizmeti görecek: 'Mani zail oldu, artık teşrik-i mesai edebiliriz.' İmza: Emekli General Ali İhsan Sabis (...) Engel kalmadığı için İnönü ile işbirliği yapabilecekmiş artık.

Akbaba dergisi sahibi ozan Yusuf Ziya Ortaç'ın ise demiri tavında iken dövmek için, Cumhuriyet gazetesinin baş sayfasında, sıcağı sıcağına 'İsmet İnönü' adlı kasidesi çıktı. Aynı gazetenin 13 Kasım tarihlisinde de başyazar Yunus Nadi, 'Yeni Türkiye'nin ikinci cumhurreisi olan İsmet İnönü'ye ikinci Atatürk demekte tereddüt etmeyiz' kanısını belirtiyordu. (...)

16-19 Kasım arası Dolmabahçe Sarayı'nda bir katafalk üzerinde halkın ziyaretine bırakılan cenazeyi getiren beyaz tren Ankara Garı'na vardı. Mutat zevattan Recep Zühtü Soyak'ın İzmit'e gelinceye kadar trende bulunduğunu; sonra, Ankara'dan alınan bir emir üzerine orada aşağı indirildiğini, aynı trenle gelen kalem arkadaşlarımızdan öğreniyoruz.

Geçici kabir işlevi görecek Etnoğrafya Müzesi'nde biten törenin ardı sıra günlerce 'Kral öldü, yaşasın Kral' havası içinde çalkalanıldı.

Kaleme gelen gidenin, maruzatta, irşatta bulunmak, akıl öğretmek üzere cumhurbaşkanını görmek isteyenlerin sayısı kabarık. Hepsi ilk görüştüğünüzde, bu değişiklikten hiçbir kişisel çıkar beklemeyen hep millet yoluna, vatan uğruna hizmetini sunan iyi niyetliler. Biraz deşince, çoğunun özellikle yasama alanında hizmete can attıkları kolayca seziliyor. Belki birtakım dinsel ödünler koparırım ümidiyle başvuran kendinden geçmişler de tek tük yok değil."

Yukardaki satırlar, Haldun Derin'e ait. Haldun Derin 1933'le 1951 yılları arasında Çankaya Köşkü'nün "Kalem-i mahsus" kısmında şifre ikinci kâtibi olarak göreve başlayıp, daha sonra İnönü'nün Özel Kalem Müdürlüğüne kadar yükselen bir bürokrattır. Hatıraları 1995 Yılında Tarih Vakfı Yurt Yayınları arasında, "Çankaya Özel Kalemi'ni Anımsarken" başlığıyla yayınlandı. Alıntıları, bu kitabın ilk kısmındaki "Kral öldü, yaşasın Kral" başlıklı son faslından aldım (s. 141-144). Aşağıdaki alıntı ise 47. sayfadan:

"Gazi, yabancı devlet temsilcilerinin bulunduğu bir davette Fransa Büyükelçisi'nin kızını öpmüş. Bunun öyküsünü de [Hasan Rıza] Soyak'tan dinlemiştik. Olup bitenin sonradan serinkanlılıkla söz konusu edilişinde, Gazi, kendi kendisiyle hesaplaşma yaparmışçasına, azıcık çıkışır yollu "Üptük, yoktur çaremiz" derken, tatlı Rumeli şivesine bürünen yarı suçlayıcı bir hoşgörü havasını yansıtmakta imiş."

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi