“Kart-kurt”dan günümüze...
Yıllarımızı esir alan ve ülkemizi maddî anlamda da çökerten terör belâsından kurtulmak için nasıl bir ‘açılım’ yapılması gerektiği nihayet TBMM’de de tartışıldı. Ortaya çok net hedefler çıkmamış olsa da, kanı durdurmak ve terörü sona erdirmenin Türkiye’nin menfaatine olduğu kabul ediliyor.
Gerek muhalefet ve gerekse iktidar, yanlış noktalardan hareketle kendilerine istinad noktaları arıyorlar. Nitekim CHP, kamuoyunda çok da bilinmeyen “Dersim zulmü”nden örnek çıkarmak isterken, iktidar partisi de nihayetinde ‘tek parti’ uygulamalarını örnek alacağını bilmânâ ifade ediyor. Başbakan konuşmasında ‘ilk meclis’ örneğini verirken, ana muhalefet de haklı olarak ‘peki ya sonra?’ diye soruyor. Herkesin bildiği gibi ‘ilk meclis’ ve ‘ilk anayasa’ iyi idi, ama sonra? 1950’ye kadar ‘tek parti’ ile yönetildiğimiz ve muhalefetin susturulduğu ve sindirildiği kesin değil mi? O halde ‘tek parti’ yöneticilerinin uygulamalarını örnek alarak doğru bir ‘açılım’ yapmak mümkün değil.
Şimdinin anamuhalefet partisi, eski ‘tek parti’ Genel Başkanının TBMM’de yaptığı konuşma da çok çelişkili. Konuşmanın bir yerinde şöyle demiş: “(...) Türkiye’de yaşayan Arnavut, Çerkez, Kürt, Türk milletinin Arnavutu, Çerkezi ve Kürdüdür.’’
Bu sözler ve bu bakış açısı hiç de yabancı olmadığımız bir bakış açısını ele veriyor. Bu bakış açısı ‘tek parti’nin de bakış açısı aynı zamanda. Bu bakış açısını en son 12 Eylül ihtilâlinin liderinin ağzından duymuştuk. İhtilâl günlerinde Türkiye’yi gezen ve ‘(cahil) milleti aydınlatan’ ihtilâl konseyi başkanı “Türkiye’de ve dünyada Kürt diye bir şey yok. Onlar dağlarda, buz tutan karların üzerinde gezerken ‘kart-kurt’ diye ses çıkardığı için onlara Kürt denmiş. Aslında onlar da öz be öz Türk’tür” demişti. Elbette ihtilâl liderinin sözleri tam olarak böyle değildi, ama ifade edilmek istenen mânâ buydu.
Murat Belge, geçenlerde “‘Kart-Kurt teorisi’nin tarihçesi”ni yazmıştı. Oradan aktarmakta fayda var: “Elimde, teorik olarak elimde olmaması gereken bir şey var: KKK’lığı Yayınları’ndan, 1982 tarihli (K.K.K. Ankara Basımevi), başlığı ‘Türkiye’de Yıkıcı ve Bölücü Akımlar’ olan bir kitap. (...) Bu kitabın 43. ve 44. sayfaları: ‘KÜRT: ‘Dağların yüksek kısımlarında, tepelerde yaz ve kış aylarında erimeyen karlar vardır. Bu karların üzeri, güneş açınca hafif eriyerek buzlaşır, camsı parlak ve sert bir tabaka ile kaplanır. Üst kısmı sert, altı yumuşak kardır. Bu karın üzerinde yürüyünce, ayağın bastığı yer içeriye çöker ve Kart-Kürt diye bir ses çıkarır. İşte bu sese izafeten sıkışmış kara-yatkın kara Kürt kar veya Kürtün denmektedir. Bu gün hâlâ Anadolunun bir çok yerinde ve Azerbaycan’da fırtına ve rüzgârın sürükleyip getirdiği ve çukur yerlere doldurduğu sıkışmış kara Kurtuk-Kürtük veya Kürtün denmektedir. ‘Yüksek yaylalarda ve karlı bölgelerde yaşıyan TÜRK’lere Kürdak’lar denmiştir.” (Murat Belge, Taraf g., 13 Eylül 2009)
1950 öncesinin ‘tek parti’si, şimdinin anamuhalefet partisi genel başkanının TBMM’de yaptığı şimdiki konuşma ile bu bakış açısı arasında paralellik yok mu? “Türk milletinin Arnavutu, Çerkezi ve Kürdü” ne demek?
Nasıl ki ‘Kart-kurt’ diyerek bir yere varılamadı, bu anlayışla da varılamaz. İnkâr yerine, problemi kabul edip kalıcı çare aramakta fayda var. Bu bakımdan ‘açılım’ın temelleri sağlam olmalı vesselâm.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.