“Yalnız” kalmasınlar!..
Sivil toplum örgütlerimizin “kasıtlı” olarak güçlendirilmediklerine eminim.
Partilerden hiçbiri, “etki alanındaki” sivil toplum örgütlerinin “daha da etkili hâle gelmesini” istemiyor.
Eee, tabiî… Lüzumundan fazla güçlendiklerinde kontrol edilmeleri zor olur. Yarın öbür gün, taviz vermek-manevra yapmak gerektiğinde, sarsıntı meydana getiremeyecek kadar “cılız” ve “bağımlı” olmaları gerekir.
Liderler, etraflarında “güçlü” karakterlerin bulunmasını istemezler!..
Aynı şekilde; “çok etkili sivil toplum örgütü” de arzu edilmez.
Şu meşhur “Küçük olsun, benim olsun” prensibi, her vakit geçerlidir.
Doğrusu; bu tür hesaplarla filan hiç ilgilendiğim yok da… Bugünlerde, güçlü-gelişkin, bağımsız sivil toplum örgütlerine her zamankinden çok ihtiyaç var.
Ne yazık ki; sivil toplum potansiyelimizden “bir şeyler” bekleyen üniversite önlerindeki mağdureler, şimdilerde büyük hayal kırıklığı yaşamakta…
Beni her bulduklarında yakama yapışıp “Bizimkiler nerede ağabey” diye soruyorlar.
Hele… üniversitedeki başörtüsü yasağına tamamen son veren Anayasa değişikliklerinin uygulamaya geçtiği ilk mesai gününde yaşananlar, tam bir fiyaskoydu.
Ya sevgili kardeşim; bu işin nereye varacağı belli…
Ortada yasak olmamasına rağmen yıllardır hukuk ihlalinde bulunan zorbaların, “Aaa, madem milli irade öyle tecelli etti, madem Cumhurbaşkanı da ‘tamam’ dedi… Kızcağızları daha fazla mağdur etmeyelim bari..” demelerini mi bekliyorduk?..
Ortada sırf “başörtüsü meselesi” mi var zannediyorduk?..
YöK’ün geçmiş dönemlerde, kaç bin dava dosyasının yolunu tıkadığını unuttuk mu?..
YöK engelinden dolayı “açılamayan davaların” konuları nelerdi?..
Yolsuzluğun her türü, aşırı sol örgütleri himayenin en pervasızı…
Siz de bu tür “iddialara” muhatap olan ve düzenin değişmesi halinde “hakim karşısına çıkmama ihtimali bulunmayan” bir üniversite yöneticisi olsanız, “aynı şekilde” davranmaz mısınız?!
Her şey ayan beyan ortadayken… Sivil toplum, maalesef gerekli hazırlıkları “tam olarak” yapmadı. Sürpriz olmuşçasına hazırlıksız yakalandı.
Neyse ki son iki günde, bir ölçüde toparlanma oldu. Kızcağızların tahammüllerinin son noktasına gelmeye başladıkları esnada, birtakım girişimler dikkat çekti.
Eğitim Bir-Sen, Mazlum-Der gibi sivil toplum örgütlerinin, “kimi yerlerde” öğrencilere yetersiz de olsa destek verdiklerini dile getirmek gerek..
Son Anayasa değişikliklerine rağmen devam eden “Yasak terörünü” belgelemek şart..
Bu, bazı yerlerde yapıldı. Kimi üniversitelere noter götürüldü ve “zorbalık” kayda geçirildi.
Bunun nedense yapılamadığı illerde ise, hukuksuzluk, öğrencilerin kendi aralarında düzenledikleri tutanaklarla belgelenmeye çalışıldı.
Ankara’daki öğrencilerden bir grup, YöK Başkanlığı’na verdikleri dilekçelerle, “zorbalıktan” şikâyetçi oldu.
Bir de “Beyaz Masa” uygulaması var.
Günlerdir bazı sivil toplum örgütlerimizi “Beyaz Masa” kurmaya davet ediyordum.
Sağ olsun;
İLKAV (İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı) bunu hayata geçirdi.
Sadece Ankara’dan değil, yurdun tamamından vakfın (0312) 229 79 76- 229 66 19 numaralı telefonlarına ulaşanlar, ücretsiz olarak hukuki yardım alabilecekler.
Dört gönüllü avukat arkadaşımız bu işle ilgilenecek.
Sayın Mehmet Pamak ve arkadaşlarının bu girişimi yeterli değil elbette.
Artık adı yine Beyaz Masa mı olur, özgürlük Masası mı olur, her neyse… Diğer sivil toplum örgütlerinin de yurt çapında, bu hizmeti vermeleri çok önemli.
Bakın; Ankara’daki üniversite yönetimleri o kadar azıttı ki, artık avukatları bile almıyorlar içeri. İşe bakın;
Cezaevindeki mahkûmu bile, vekâlet gerekmeksiniz ziyaret edebilen avukat, içerideki mağdurenin yanına gidemiyor. Yönetim zihniyeti uygun barolar, bu pis uygulamayı niçin tâkip etmiyorlar anlamıyorum!..
Avukatlar da haklarını arayamayacaklarsa, biçare kızcağızlar ne yapsın?!..
Bir facia daha: İçerideki mağdureleri yakınları da ziyaret edemiyor. Mesela Gazi üniversitesi’ne “ziyaretçi” girişi yasaklandı!.. “Rezalet”; değil mi?..
Ziyaretçilerin ve mağdure öğrencilere destek vermek üzere gelen avukatların yaşadıkları da mutlaka zapta geçirilmeli!..
Birçok mesele bir arada…
Bakın; bir de ortalığı sürekli olarak geren, kışkırtan birtakım “aşırı sol, ulusalcı, laikçi, her ne belaysa” bir sürü sözde sivil toplum örgütü var.
Darbe tehdidinde bulunuyor, asmaktan-kesmekten söz ediyorlar pervasızca.. Bunların her lafları müebbetlik suç, ama yeterince tâkip edilmiyorlar!..
Bu eksiklik üzerine kafa yoruyorduk ki; bir grup hukukçunun da aynı sıkıntıyı hissettiğini ve harekete geçtiğini öğrendik.
Hukukçular Derneği, Hukukçular Birliği Vakfı, Hukuk ve Hayat Derneği ile Hukuk ve Demokrasi Derneği bir platform oluşturdu.
Adı: İhlal Takip Merkezi!..
Yapacağı iş: Panellerde, konferanslarda pervasızca tehditler savuranları, kandan- darbeden, “hukukun askıya alınabileceğinden” bahsederek suç işleyenleri tespit etmek..
Bugüne kadarki kamera kayıtları bir araya getirilecek ve suç duyurularında bulunulacak!..
En azından “önleyici” tedbir!..
Biliyorum, sıktım ama…
Son bir şey daha:
Mağdure öğrencilerden bazıları, rektör, dekan, güvenlik görevlisi zulmünün yanı sıra, aile baskısına da muhataplar.
Bazı ebeveynler, anlaşılabilir endişelerden dolayı evlatları üzerinde baskı uyguluyor ve “vazgeç bu sevdadan” filan diyor.
Bu durumdaki ailelere de ulaşmak ve rahatlatmak gerekmekte. Bilemiyorum, bunu “psikiyatrlar” mı, yoksa sivil toplum örgütlerindeki “eğitimciler” mi üstlenir…
“Bıkkınlık” psikolojisinin iyiden iyiye göze batmaya başladığı bugünlerde, gerekli adımları atmak çok önemli.
öğrenciler, “Tamam; bir haftayı böyle geçirdik de, Pazartesi ne olacak?” diye sorup duruyorlar, bana!..
Ne diyeyim ki onlara?!..