Bayram muhabbeti..
1977 yılıydı.. Yanılmıyorsam, yine bir Kurban Bayramı’ydı..
Bayram hassasiyetlerine uyan ciddi ve duyarlı futbol federasyonlarının işbaşında olduğu senelerdi..
Galatasaray kalesini koruyan Bojko Kajganiç isimli Yugoslav file bekçisi, bayram münasebetiyle lige verilen aradan yararlanarak ülkesinin yolunu tutmuştu..
Yakışıklı ve atletik bir kaleci olan Kajganiç, sempatik hareketleriyle kısa sürede büyük sevgi kazanmıştı.. Ülkesine giderken geçirdiği müessif trafik kazası, onu, sevenlerinden ebediyen ayırdı..
Galatasaray’ın yedek kalecisi Nihat, uzun bir süre göğsünde Kajganiç yazılı kazakla Galatasaray’ın maçlarına çıkarak Yugoslav kalecinin hatırasına sahip çıktı.. Gerçek Galatasaraylılara da böyle bir vefa yakışırdı..
¥
Gelelim bugünkü sohbetimize..
Geçenlerde yine İstanbul’u arşınlıyorum.. Bu defa Topkapı civarındayım.. Hava güzel ve yürümeye de son derece müsait..
İstikamet her zaman olduğu gibi Fatih..
Kestirme olsun diye Çapa Tıp Fakültesi’nin içinden süzülüp indim aşağıya, oradan da Vakıf Gureba Hastanesi içinden Vatan Caddesi’ne çıktım!..
Çıktım çıkmasına da aklıma da neler geldi neler!..
Değerli dostlarım; sokak aralarının ve arsaların futbol tarihimizdeki önemi çoktur!.. Pek çok ünlü futbolcu bu yerlerden yetişmiştir.. Meselâ; Vatan Caddesi’ndeki eski Lunapark’ın (şimdiki Migros) yanıbaşında Çapa top sahasında kimler yetişmedi ki.. Yine o sahada 70’li yılların başında benim de bizzat oynadığım ne müsabakalara şahit oldum..
Fatih İdman Yurdu isimli bir de kulübümüz vardı.. Fişek gibi bir takımdı.. Ve Çapa top sahasında unutulmaz maçlara imza attık..
İstanbul’un arabeske bulaşmadığı yıllardan bahsediyorum..
Küçüğün büyüğüne saygılı, büyüğün küçüğüne şevkatli olduğu o güzelim yıllar!..
İnanır mısınız, o zamanlar öyle kaliteli topçular vardı ki, şimdiki Birinci Lig’de top koşturup trilyonları götürenler havasını alır..
Çapa top sahası, taşla toprakla doldurulmuş ve dümdüz olmuş bir vaziyette önünden geçen insanlara mahzun bir şekilde öylece bakıyor.
Yine Çapa sahasının karşısında yan yana iki saha daha vardı..
Biri Hüsambey, diğeri Yenibahçe sahasıydı..
Şimdi yerlerinde yeller esiyor. Bir kısmı yanılmıyorsam İstanbul Emniyet Müdürlüğü oldu, bir kısmı da Fatih Belediyesi.. Yine Nüfus Müdürlüğü, Kaymakamlık da yine o arazi üzerine kuruldu.. Bu sahalarda öyle “bayrak maçları” yapılırdı ki, inanın derbi denilen maçlar yanında sönük kalırdı!.. Ve bu sahaların etrafındaki bahçelerde “Arnavut bahçıvanlar” aziz İstanbulumuzun sebzesini yetiştirirlerdi.. Ne lahanalar, ne pırasalar, ne patlıcanlar, domatesler, biberler!.. Hepsi mazi oldu..
Evet, bir de şimdiki Fatih İtfaiye’sinin bulunduğu yerde bir top sahası vardı.. İtfaiye karşısındaki parkın olduğu yerdeydi.. Oradaki maçlar hele bambaşka olurdu ve epey de seyirci gelirdi.. Tabii, bu anlattıklarımdan başka, bir de “ara sokaklar” vardı.. Ve bu sokak araları umumiyetle topraktı.. Ama öyle tozlu, topraklı cinsten değil.. Çünkü İstanbullular temiz insanlardı ve her hane sahibi evinin önünü süpürürdü.. O zamanın çocukları iki taş dikip kale meselesini hallettikten sonra başlarlardı maça!.. Ta ki, akşam ezanına kadar!.. Araba tehlikesi de yoktu.. Zira, araç pek ender geçerdi.. O sokak aralarında neler yetişti neler!.. Ne varyeteci cambazlar!..
Şimdiki çocuklara gerçekten üzülüyorum.. Oynayacakları ne arsa kaldı ne de sokak arası.. Üstüne üstlük, futbol öğreneyim diye bir de kulüplere para ödeniyor..
Çirkin ve plânsız yapılaşma neticesinde İstanbul’un arsalarını imha edenler, halı sahalar icad ettiler ama onlar da sokak zevkini vermiyor.. Vermeyince de taşıma suyla değirmen dönmüyor!..
Dönmeyince de futbolcu yetişmiyor!..
Netice-i kelâm; İşin mânâsı olan ruh ve heyecan rafa kaldırılıp her şey para ile ölçülünce, bize de mazi yapraklarını karıştırıp nostalji yapmak düşüyor