'Ebe'
Köşe kapmaca diye bir oyun vardı, hatırlar mısınız bilmem; oyuncular genellikle sokak, bahçe gibi bir köşe tutulacak belirli yerleri olan bir mekân seçerler. Ebe -her kimse- ortada durur ve oyuncular ebeye yakalanmadan kendi aralarındaki işaretleşmeye göre köşe değiştirmeye çalışırlar. Hareket ânında ebeye yakalanan oyuncu ebenin yerine geçer.
Türkiye'de daha düne kadar yerinde durduğunu sandığımız kavramlar, kurumlar, olgular, yani köşeler hızla yer değiştiriyor; oyuncuların yer değiştirmeye pek niyeti yok ama zemin hareket edince onlar da huzursuzlanıp kımıldamak zorunda kalıyorlar; ne var ki, uçuruma düşerken yamaçtaki son ağaç köküne yapışanlar gibi kendi köşesine tutunup hareketsizliği tercih edenler de neticede değişmekten kurtulamıyorlar. Trenin hep aynı vagonunda, hep aynı pencerenin önündeki koltukta oturarak sabit kaldığını zanneden yolculara benziyor böyleleri. Tren hareket ederken bir yolcunun içerde "ben hep yerimdeyim; hiç kıpırdamadan duruyorum, değişime ve hareket kanunlarına direniyorum" diyebilmesi ne kadar mümkün?
Sol'un bir kanadı kendini hâlâ 19. yüzyıl Avrupası'nın zihnî ve iktisadi çerçevesi içinde sanıyor; bir diğer kanadı, tek partili yıllara takılıp kalmış. Problem çözmek için sıkı sıkı tutundukları araçlar fersûde, demode; levye ile bilgisayar tamir etmeye kalkışan veya havagazı tüpüne tığla dantel bluz örüp güzelleştirmeye çalışanların kapıldığı, "niçin işe yaramıyor bu meret" öfkesi içindeler. Tek partinin bürokrasiye yaslanan ve devleti halka karşı icabında silahla korumaya kararlı tutumunu savunmak, harddisk üzerinde yağda yumurta pişirmeye kalkışmaktan farksız; komik ve imkânsız çünkü.
Ordu, testi kırılmadan, kurum itibarı yerlere düşmeden yapılan eleştirileri anlamakta ketum davranmayı kararlılık ve kurucu ideolojiye sadakat sayıyor; tenkitleri "ordu düşmanlığı" gibi algılamakta ısrar ediyor; askerî darbe sonralarında mevzuata sokulan uyanık düzenlemelerin gölgesine sığınarak kendini hâlâ rejimin vasîsi rolüne lâyık görüyor. Genelkurmay bildirileri artık kimseyi heyecanlandırmıyor, Ankara'da, "Genelkurmay'ın ışıkları"na dikkat kesilen gazetecilere kimsenin aldırış ettiği yok; değişimi görmüyorlar, "orduyu yücelteyim, gururunu koruyayım" derken tam aksini yapıyorlar. Ordunun nihai safhada babalarının malı olmadığını, bütün milletin kurumu olduğu gerçeğini unutuyorlar.
Yüksek yargının bazı kurulları, aynen ordu gibi kendini icab ettiği zaman yasamanın, yürütmenin önüne geçmekle, görevlerini üstlenmekle yetkili sayıyor; beğenmedikleri uygulamaları iptal, yürütmeyi durdurma gibi kararlarla işlemez hale getirince değişimi durduracaklarını zannediyorlar. Hani bıraksanız, işsizliği, dış borçları bile yüksek yargı kararıyla iptâl edip ülkeyi düze çıkarabileceklerini mi sanıyorlar dersiniz?
Vaktiyle işsizliği kıraathane bolluğuna bağlayıp da "Kahveleri kapatacağız, insanlar da mecburen gidip çalışacak, işsizlik ortadan kalkacak" diye saf saf beyanat veren Gürsel "Aga" da üç aşağı beş yukarı böyle düşünüyordu işte.
Entelektüellerin, gazeteci takımının, akademisyenin zihnî perişanlığı aşağı-yukarı bu minvalde. Ağızlarından "değişimin erdemi" lâfları eksik olmazken durdukları köşede kırk sene, elli sene beklemenin erdemine inanmış insanlar, kendi inisiyatiflerinin dışında zeminin ve zamanın değişmesini anlamıyor, anladıkları zaman da çıkarlarına uygun görmedikleri için suları yokuşa sürüyorlar. İşlerin hiç de zannettikleri istikamette gitmediğini hissedince bu arkadaşların rakip belledikleri kimseleri kolaylıkla vatan satıcısı, hain, gafil, işbirlikçi sanması ne kadar sağlık alâmetidir? Çok kızıyorlar ve hep "ötekilerin" suçlu olduğunu sanıyorlar.
Ya değişecekler, ya da hep "ebe" kalacaklar. Ebe kalmak nasıl bir şey? Ebe kalmak, bütün gerici-tutucu muhitleri temsilen 46'dan bu yana CHP'nin vaziyetidir kısaca!