Bu filmi gördük demek yetiyor mu?
Karşımızda ciddi bir sorun var ve bu oyunu bozmak için ‘Biz bu filmi görmüştük’ yaklaşımı yeterli değil. Kabul edelim ki, bazı filmler tekrar tekrar gösterime girebiliyor.
Provokasyon nedir? İlla da birilerinin eline üç beş kuruş sıkıştırıp kalabalıkların üzerine salmak mı? Yahut herhangi bir toplumsal gerginlikte hep böylesi adreslerin olması mı?
Kuşkusuz mesele bundan daha karmaşık ve her zaman elle tutulur bir provokatör aramak da anlamsız. Böyle baktığınız takdirde işi tezgahlayanların asıl yüzünü görmeniz zorlaşıyor.
Öncelikle şu gerçekle yüzleşelim. Eğer ülkenin hassas sorunlarını ele alırken, süreci ve tartışmaları doğru dürüst yönetemiyorsanız, provokasyonlara açık hale gelmişsiniz demektir.
***
Adı ne olursa olsun. İster demokratik açılım, ister Milli Birlik Projesi, isterse en başta dile getirildiği şekliyle Kürt açılımı. Bu işi başlatanların ne ülkeyi bölmek, ne de zayıflatmak gibi bir niyetleri yoktu, olamaz da. Ancak açılım sürecinin ne kadar doğru dürüst yönetildiği, özellikle toplumun bu konuda ne ölçüde bilgilendirildiği hayli tartışmalı.
Nitekim siyaset boşluk kabul etmiyor. Süreci yönetenlerin kamuoyunu bilgilendirme konusundaki eksiklikleri, gerek muhalefet partileri, gerekse yazılı ve görsel medya eliyle acımasızca dolduruldu. Özellikle de internette bilgi ve haber akışının kontrolsüzlüğü, olup biteni istediği gibi görmek isteyen herkese aradığı fırsatları verdi.
Açılım gibi kapsamlı bir meselenin devam edebilmesi, siyasetin bu konudaki yalnızlığının giderilmesiyle mümkün. Şu gün itibarıyla muhalefetin buna katkı sağlaması beklenemez. Çünkü kendi adlarına istediklerini almış görünüyorlar. Öte yandan çıtayı öyle bir yere koydular ki, şu saatten sonra geri dönüp olumlu bir şeyler söyleme şansları da çok zayıf. Belki tansiyonun düşmesi anlamında bir sorumluluk üstlenebilirler; ama ‘Bakın açılım oldu, memleket karıştı’ kolaycılığını tercih ediyorlar.
***
Gelelim memleketimizin kadim sorunu olan yüksek bürokrasiye. İşin perde arkasında olup ortamı tahrik eden ve sorunun devamından yana olan kesimi bir kenara bırakalım. Genel anlamda bürokrasi açılım sürecinde ‘sessiz bir direniş’i tercih etmiş görünüyor.
Sözgelimi tabloya Anayasa Mahkemesi’nden baktığınızda ‘Ne yapalım, hukuk böyle, siyasetçiler el ele versin, gereğini yapsın, biz de filanca kararı almayalım’ açıklaması ilk bakışta makul görünüyor. Ancak aynı mahkemenin 367 konusunda aldığı kararı ya da türbanla ilgili duruşunu hatırlayınca ‘makul’ün yerini ‘ideolojik’ tercihlerin aldığını görüyorsunuz.
Türkiye’de siyaseti mahkum etmek kolaydır, siyasetçiye hesap sormak en fazla bir seçim dönemine bakar. Çünkü siyaset ve siyasetçi, özellikle bürokrasi eliyle kolay hedef haline getirilmiştir.
Oysa bürokrasi, hele de yukarı doğru çıktıkça eski deyimle ‘la yüs’el, amma yef’al’ bir yere oturur. Yani yapıp ettiklerini sorgulayamazsınız, isteseniz de bu türden yollar ve mekanizmalar kapalıdır.
***
Zor günler. Kafalar karışık. Sokaklarda gerginlik artabilir endişesi, yakın zamana kadar akla gelmeyen ‘güvenlik’ merkezli mekanizmaları gündeme taşıyor. Ne olağanüstü hal, ne sıkıyönetim, ne de benzeri bir araçla bu sorunların üstesinden gelinemediğini defalarca yaşadık. Ama en başta da söyledim, ‘Bu filmi daha önce gördük’ demek bizi kurtarmıyor. Daha fazla kararlılığa, sağduyuya ve bunun toplumsal düzeyde kabul görmesine ihtiyacımız var.