Eşitsizliğin bu kadarı yeter mi?..
Canımızı yakan yüksek yargı kararları ile alakalı olarak, bu kararların neden alındığını izah etmeye çalışan uzun gerekçelere muhatap oluyoruz.
Mümkün olduğu kadar uzun bir şekilde yazılan ve bir sürü atıflar bulunan bu gerekçeler, verilen kararın desteklemesi için seçilen metinlerden oluşuyor genellikle ve konuya aşina olmayanların işin içinden çıkabilmesi de mümkün olmuyor.
Mesele, her ne kadar öyle gösterilmek isteniyor olsa da; bahsini ettiğimiz kararların hukuk, hukuka uygunluk ve hukuk düzeninin sağlıklı bir şekilde oturtulması ve böylelikle Türkiye Cumhuriyeti'nin tam olarak bir hukuk devleti olmasının sağlanabilmesiyle, ilgisi yok.
Mesele, birilerinin 'kendilerinden görmediklerinin' önünü, mümkün olduğu kadar hukuki olmasına çalışılan ve ama mutlaka parlak birtakım laflarla kesmeye çalışma gayretidir biraz ve bunun yanında hiç de hoş olmayan birtakım başka şeylerden ibarettir.
İşin esası şu: Birileri, İmam-Hatip okullarında okumakta olan gençlerimizi kendilerinden saymıyorlar.
Sadece onları kendilerinden görmüyor olsalar, neyse. orta öğrenimlerini meslek liselerinde sürdürenleri de kendilerinden saymıyorlar.
Ve onları kendilerinden saymadıkları için olsa gerek, kırk dereden sular getirip, akla ziyan argümanlar öne sürerek üniversiteye girişlerinin önünün açılmasına müsaade etmek istemiyorlar.
Bunun için Anayasa'ya aykırı davranmaktan bile çekinmiyorlar hem de...
Yapmaya çalıştıklarının hukuk-dışı olmasının yanında, neticelerinin gelişmekte olan ülkemize ket vuruyor olması, umurlarında bile değil.
Bu yüzdendir ki, 1999'dan beri, sanayide ara eleman ihtiyacının karşılanmasında ciddi güçlükler çeken sanayicilerin sesini kısabilmek için de ellerinden geleni yapıyorlar.
Büyük ihtimalle, bir savaş verdiklerini söylüyorlar onlara ve hep biraz daha sabretmelerini istiyorlar.
En büyük sanayi gruplarımızdan birisi, 'Meslek lisesi, memleket meselesi' kampanyası başlatmak ihtiyacı bile hissetti biliyorsunuz. Ama yıllardır çözülemeyen problem yerli yerinde kaldı. Çünkü görülmek istenmeyen gerçek; çocuklarının üniversiteye giriş şansı olması gerektiğine inanan ailelerin, özellikle de başarılı olacağına inandıkları çocuklarını genel liselere gönderiyor olmaları idi.
Katsayı kararını, 'meslek liselerini teşvik için aldıkları' yalanının rahatlıkla söyleyebilenler, meslek liselerine müracaatların yıldan yıla azalıyor olmasından zerre kadar etkilenmiyorlardı.
Kim bilir, belki de ülkenin meslek eğitimini mümkün olduğu kadar mahvetmek gibi bir görevleri vardı...
Katsayı meselesinden bahsediyoruz.
Daha öncesi bir kenara, 1998'den önce katsayı meselesi yoktu ve kimse de şikayetçi değildi.
Aileler çocuklarını istedikleri liselere ve bu arada meslek liselerine de gönderiyorlar ve o okullara giren çocuklarımız, eğer başarılı olurlarsa üniversite eğitimi alabilecekleri, başaramazlarsa hiç değilse meslek sahibi olacakları bir yol tutturduklarına inanıyorlardı.
Derken, görünürde İmam-Hatip okullarının üniversitelere girişinin önünü kesmek için, ama daha derinlerde bambaşka olan niyetlerle alındığı açık olan katsayı kararı ile tanıştık.
10 senedir konuştuğumuz ve tartıştığımız bu konu, YÖK'ün daha önce aldığı katsayılarda eşitlik kararının Danıştay tarafından iptali ve bu iptalde ısrar sonrası aldığı 17 Aralık kararıyla, yeni bir aşamaya gelmiş durumda.
Üniversiteye girişe getirilen eşitliği 'eşitsizlik' olarak yorumlayan Danıştay'a yeni bir müracaat olur mu ve böyle bir müracaat olursa; Danıştay, YÖK tarafından getirilen yeni katsayı oranlarını, arzu ettiği eşitsizliği temin açısından yeterli kabul eder mi, şimdilik bilmiyoruz.
Ne dersiniz, eşitsizliğin bu kadarı birilerini tatmin etmeye yeter mi acaba?..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.