Faruk Çakır

Faruk Çakır

Havanda su mu dövdük?

Havanda su mu dövdük?

2009 yılının son gününde, geride bıraktığımız günlerin bir muhasebesini yapmakta fayda var. Her yıla olduğu gibi 2009’a da iyi temennilerle girmiştik. Siyaset ve ticaret dünyası 2009’dan çok şey bekliyordu. Ne var ki küresel kriz, bütün dünya ile birlikte Türkiye’yi de derinden sarstı. Şimdi benzer umutlar, 2010 için dile getiriliyor.

2009’da en çok tartıştığımız konulardan biri de Türkiye’nin Avrupa Birliği yolundaki ilerlemesi oldu. Çok ağır da olsa bu yolda adımlar atıldı, ama yeterli olduğunu söylemek mümkün değil. Zaten bu durumu hükümet temsilcileri de itiraf ediyor.

Yargı konusu da geride bıraktığımız yılın tartışılan konularından biri oldu. ‘Ergenekon dâvâsı’ etrafında gelişen hadiselere her gün bir yenisi ilâve edildi. Tam “her şey netleşiyor” derken ‘karartma’ çalışmalarına hız verildiği de görüldü. Bütün bunlara rağmen; dünya şartlarındaki değişmenin de etkisiyle Türkiye’nin daha hür ve daha demokrat olmasının engellenemeyeceği söylenebilir.

Geçmiş yıllarda olduğu gibi 2009’da da “kanunsuz başörtüsü yasağı”yla mücadele devam etti. Sivil toplum kuruluşlarının gayretiyle konu sürekli gündemde tutuldu ve yasağın sona ermesi istendi. Hemen her hafta konu ile ilgili açıklamalar ve protestolar yapıldı. Bir ara yasağın kalkma ihtimali ortaya çıktı ki, araya giren ‘derin çevreler’ bunu engelledi.

Bugün için başörtüsü yasağının sona ermesine ihtimal vermeyenler olabilir. Ama bu kanunsuz yasağın devam etmesi mümkün değildir, etmemelidir. Elbet bir gün ‘cesur bir rektör’ çıkıp; yürürlükteki hiçbir kanuna dayanmayan bu yasağı tuz ile buz edecektir.

Düne kadar başörtüsü yasağına sessiz kalan Avrupa ülkeleri de artık bu yasağın sona ermesini isteyen raporlara imza atıyor. Türkiye’deki yasakçıları korkutan ve ürküten de budur. Yakın bir zamanda bu sesler daha gür çıkacak ve “başörtüsü yasağını sona erdirmek” AB’ye üye olmak için sayılan şartlar arasında yer alacaktır.

Çok mu iyimseriz? Öyleyiz ve kötümser olmayı gerektiren bir durum da görmüyoruz. Minareyi yasaklayan İsviçre’ye karşı en büyük itiraz kimden geldi? Tabiî ki hür ve demokrat düşünen Avrupalı yöneticilerden. Hatta ve hatta bazı kiliseler “Bizim ‘kule’mizi minare gibi kullanın” diye Müslümanlara çağrı bile yaptılar. Bir adım daha atıp yılbaşı kutlamaları arasına ‘minare’ figürlerini bile aldılar. Bunu hangi güç, hangi kuvvet, hangi reklâm yaptırabilirdi?

Nasıl ki İsviçreliler böyle bir karar almakla insanların İslâmı daha fazla merak etmesine—istemeyerek de olsa—sebep oldular, Türkiye’deki yasakçılar da daha çok kişinin tesettürü tercih etmesine sebep oluyorlar.

Türkiye’nin tek problemi elbette başörtüsü yasağı değil, ama acil çözülmesi gereken problemlerden biridir. “Bunun için ilk adım olarak 12 Eylül 1980 İhtilâl Anayasası değiştirilsin” diyenlere elbette bir itirazımız olmaz. Türkiye’ye ayak bağı olan ihtilâl anayasasını değiştirelim ve yasakları da ‘çöp’e atalım.

2009’da bu konuları her zaman gündeme taşıdık, nasip olursa 2010’da da taşımaya devam edeceğiz. Hiç kimse yaptığımız işi ‘havanda su dövme’ye benzetmesin. Niyetimiz ve duâmız, daha hür, daha adil, daha müreffeh ve daha demokrat bir Türkiye için...


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Faruk Çakır Arşivi