Sonun başlangıcına doğru
1.
Bir zamanlar üniversiteler arası ilişkileri geliştirmek amacıyla gittiğim Kırgızistan’ın Başkenti Bişkek’de üniversiteli bir Kırgız gencinin bize söylediği söz şuydu:
“Bir köprünün üzerinde gibiyiz. Köprünün bir tarafında Mekke, diğer tarafında Moskova var. Gelecek zaman içinde acaba Kırgızistan nereye doğru gider, doğrusu bunu bilemiyorum.”
Sanırım Kırgızistan o gencin ümit ettiği şekilde ve yoğunlukda Mekke’ye gidememiş olsa da, çok şükür Moskova’ya da gitmedi. Öyle ümid ediyorum ki giderek yönünü daha çok Mekke’ye çevirir ve Karahan Hükümdarı Satuk Buğra Han’ın ülkesi ve Özkent’te yaptırdığı minare, tarihine yakışır şekilde tekrar İslam’la buluşur.
Elbet Kırgızistan’da İslam’la ve tarihiyle buluşacak olan sadece Satuk Buğra Han ve camisi yıkıldığı halde kendisi ayakta kalan muhteşem minaresi değildir. Issık Gölü’nün civarında yaşamış olan bilge insan Dede Korkut ve bir güzel insan Yusuf Hashacip de elinde asırların eskitemediği eseri Kutad Kubilig olduğu halde İslamla buluşacağı günleri bekliyenler arasındadır. Bilindiği gibi kâfirler istemese de Allah nurunu mutlaka tamamlayacaktır.
2.
Batı ile Doğu arasında bir köprü konumunda olan ülkemizin de, Kırgız gencinin söylediği tarzda, seksen yıldır nereye gideceği henüz netleşmiş değil. Hemen yanıbaşımızdaki ülkeler demokrasinin nimetlerinden birer birer yararlanırlarken; bir bilinmez el bu güzel ülkeyi, sürekli olarak despotizmin kucağına doğru götürmeye çabalıyor. Özellikle milletin değerlerine yakın insanlar iktidarın bile değil, yönetimin kıyısından köşesinden biraz biraz tutmaya başladıkları zaman, hemen devreye girip yeni bir düzenlemeyle bunları yönetimden uzaklaştırıyorlar.
Nasrettin Hoca’mız omuzuna aldığı yorganıyla evinin önündeki kavgayı seyredeyim derken yorganını çaldırınca kavgayı bitirip evine döndüğü halde; bizdeki ittihatçı artıkları göz göre göre koskoca imparatorluğun % 97’sini kaybettirdikleri yetmezmiş gibi, hâlâ kavgayı bitirip de yerlerine oturmak ya da dayılarının yanına dönmek niyetinde değiller. Bunu zaten yıllar öncesinde ilk ağızdan açıklamışlardı:
“28 Şubat 1000 yıl sürecek” diyerek.
Daha kaç yıl sürdürecekleri, daha doğrusu sürdürmeye güçlerinin yeteceği belli olmasa da; değişik versiyonlarıyla 28 Şubat’ı olanca hızıyla sürdürmeye ve eserlerini keyifle seyretmeye devam ediyorlar.
Hem de ne keyif...
Nitekim Ankara’da Anafartalar’ın bombalanmasından ve onlarca insanın ölümünden sonra yine ilk ağızdan açıklamışlardı:
“Bu bombalamalar devam edecek.”
Eğer herhangi bir batı ülkesinde bu sözler söylenmiş olsaydı; bunları kim söylemiş olursa olsun bulunduğu makamı 24 saat muhafaza edemezdi. Ne var ki bu ülke Türkiye Cumhuriyeti’dir ve kurulduğu ilk günden bu yana gerçek anlamıyla bir kez olsun cumhura dayanmamış; bir kez olsun halkın iradesi iktidara tam olarak yansımamış; bir kez olsun halkın öncelikleri dikkate alınmamıştır.
Bu yansımayışın ve dikkate alınmayışın asıl sorumluları ise elbet kendilerini milliyetçi, muhafazakâr, kimi zaman dindar ve hatta İslamcı olarak tanımlayan sağ siyasetçilerdir. Çünkü bu millet siyasetin sağ yelpazesinde yer alan siyasetçilere ve siyasi kuruluşlara, kendilerini ülkenin eşit statüde vatandaşları konumuna getirsinler diye destek ve oy vermektedir.
Nitekim CHP’nin zulmünden kurtulmak amacıyla bu millet eline geçen her fırsatta Demokrat Parti’yi, Adalet Partisi’ni, Yeni Türkiye Partisi’ni, Millet Partisi’ni, Milliyetçi Hareket Partisi’ni, Demokratik Parti’yi, Milli Selamet Partisi’ni ve çizgisindeki diğer partileri, Anavatan Partisi’ni, Doğruyol Partisi’ni ve AKP’yi bunun için desteklemiş; bu partileri ya tek başlarına yönetime getirmiş ya da yönetimin bir kulpundan tutmalarını sağlamıştır.
Fakat bu partilerin hiçbiri, çok önemli hizmetler yapmalarına ve ülke insanına yararlı olacak çok sayıda eserin altına imza atmalarına rağmen; gerçek anlamda demokrasiyi getirme konusunda ciddi adım atmadıkları için, bu aziz millet ittihatçı artıklarının tasallutundan bir türlü kurtulamamıştır.
Çünkü kendilerini devletin asli sahibi gören ittihatçı artıklarının gerçek anlamda İslam’la bir alakalarının olmadığı gibi, insanla da en ufak bir alakaları yoktur. Bu nedenle bu ülke ve insanı onlardan hiçbir zaman yararlı bir iş ve söylem beklememektedir. Onların sakim anlayışlarına göre halka, cumhura, topluma, ahaliye ve millete dayanmayan bir devlet vardır ve bu devlet ülkede her şeyin sahibidir. Kabul edilemez de olsa bu acı gerçeği bir kez daha şimdilerde televizyon televizyon dolaşan, kurduğu partinin başkanı olması nedeniyle güya milyonlar adına konuşan bir eski paşanın emredici ve dayatmacı söylemlerinden de çıkartabilirsiniz.
Bunlar siyasetin gerçeklerinden zerre miktarı haberli olmuş olsalardı, elbet bu şekilde konuşmalar yapmaları kesinlikle mümkün olmazdı. Bilinen bir gerçektir ki bu millet hiçbir zaman dayatmalara pabuc bırakmamış ve sandık önüne konduğunda gereğini mutlaka yerine getirmiştir. Bunu yekta gibiler başta olmak üzere siyasi parti kurma cesaretini gösteren, milletin değerlerine zıt söylemleri ve davranışlarıyla öne çıkanlar hakkel yakın olarak görmüşlerdir. Milyonların sözcülüğünü yaptığını söyleyen eski paşa da sandık önüne ilk konduğunda bunu çok acı bir şekilde görecektir. Ya da kendisinden önce yola çıkan diğer yandaşları, yoldaşları ve sırdaşları gibi sandığa adını yazdırma imkanına bile kavuşamayacaktır.
Bir başka açıdan baktığımızda ise, bu iletişim ve bilgi çağında, bunların siyasetin gerçeklerinden haberli olmamaları düşünülemez. Ne var ki bunlar devlet içindeki çetelerin adına siyaset yapmayı üstlendikleri için, tıpkı PKK adına siyaset yapan DTP ve diğerleri gibi, niyetleri sırası gelince milletin önüne konulacak sandıklara dayalı olarak bir şeyler yapmak değildir. Çünkü bunlar ağababaları olan kuluçka partisi gibi sandığa oldum olası düşmandırlar. Amaçları sandık dışında yapılacakların sözcülüğünü yapmak ve ülke insanını korkutup yıldırarak, yapacakları pisliklere zemin hazırlamaktır. Tıpkı 27 Mayıs’ta, 12 Mart’ta, 12 Eylül’de, 28 Şubat’ta yaptıkları ve 27 Nisan’da yapmak istedikleri gibi.
Şimdilerde yapmak istedikleri şey yine budur. Fakat bu kez ümidim odur ki iştahları doymayan kursaklarında kalacak gibidir. Öyle sanıyorum ki bu aşamada devlet içinde çöreklenmiş, millete ve değerlerine zıt çetevarî unsurlar tamamen temizlenecektir.
Son günlerde yaşadıklarımız bana “sonun başlangıcı” gibi gelmektedir.
Siz ne dersiniz?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.