Kendi sesine hayran...
Polemikten, ağız kavgasından haz duymak, nemâlanmak, tartışmanın her safhasında bir önceki safhayı yok sayarcasına yeni polemik ilmekleri düğümlemek tasvib ettiğim işlerden değil.
Öte yandan polemikçilerin kamuoyunda nasıl hızla isim yaptıklarını, konuşulduklarını, kaale alındıklarını da görüyorum. Artık herkesin bildiği o basit gerçeği kabul edelim; kamuoyu, polemikten zevk alıyor. Eski Türk filmlerindeki kavga sahnesi, dansöz sahnesi gibi tuz-biber neviinden bir fonksiyon üstlendi söz kavgaları.
Polemiğin iki üstadı yine kapışmak üzereler: CHP'den Kemal Bey'le, AK Parti'den Bülent Bey, cazgır gazeteci takımının "düello" diye nitelediği, "merakla beklenen", leziz mi leziz bir kapışmada yer almak için "idman tutuyorlar". Kemal Bey mâlum; CHP tipi muhalefetin yükselen yıldızı. Sıkıcı, yeknesak bir üslupla sinirlenmeden, beden dilinde taşıdığı "ezelden haklı" ifadesini hiç düşürmeden, bir otomat kararlılığıyla konuşmasıyla tanınıyor. Yanlış bilgilendirildiği hallerde bile asla ritmini bozmuyor, "Eyvah tezim fos çıktı; rezil oldum" yollu asabî paniklere uğramadan bir başka iddiayı aynı tarz üzre terennüme devam ediyor. Parti içindeki vazifesi polemik yapmak, CHP'yi gazete sütunlarına, ekranlara taşımaktır; bu işi iyi yapıyor fakat yaptığı iş, siyasi geleceğinde onu daha önemli ve kritik bir göreve taşımayacaktır. Necib milletimiz, liderlerinde "Ağır ol batman gel", "Taş yerinde ağırdır", "Her lâfa atlama" atasözlerinde işaret edildiği üzere oturaklılık, ağırbaşlılık görmek ister.
Bülent Bey, Kemal Bey'in AK Parti'deki simetrisi midir, bilemem, lâkin konuşmayı sevdiği ve bir meziyet saydığı hissolunuyor; bu, lisedeki müsâmere günlerinden, Refah çizgisindeki Fetih gecelerinden kalmış bir ses tonlaması olsa gerektir. Bülent Bey, siyâsetimizde "kendi sesine hayran" politikacılar kuşağının son temsilcisi gibi görünüyor.
Hakkını yemeyelim; güzel konuşuyor; diksiyonu neredeyse kusursuzdur, Türkçe dağarcığı, onu meslek ve işdaşları arasında "Eşitler arasında birinci" mevkiine getiriyor. Zaafı, konuşurken kendi sesinin âhengine fazlaca kapıldığından olsa gerek, bir raddeden sonra mantığından ziyade duygularının kontrolüne girmesidir. Zaaf derecesinde hissî; zaaf derecesinde belagata düşkün ve en fenası, konuşurken zaaflarını gizlemeyi başaramıyor. O konuşurken, onu herkes görüyor; öyledir, önceden hazırlık yapmadan beş dakika konuşan herkes ruh ve karakterinin DNA hücrelerinden iz bırakır sözlerinde; halbuki mâlum kaziyye; siyasette retorik aşikâr etmeye değil gizlemeye yarar.
Keşke şu patatesli, çikolatalı polemik, Türkiye'nin değişim sancılarına uğradığı şu hassas günlerde değil de, diyelim bir münazarada yapılsaydı, dinlemesi ne zevkli olurdu fakat hassas zamanlardan geçiyoruz: Hassas zamanlar demek, hükümetin sırtınca züccaciye küfesi ile kıldan ince köprülerden geçmesi ve bu gerçeği en iyi Başbakan yardımcısının bilmesi demek. Eminim ki çevresi arasında "Bülent abi, keşke cevap vermese" diye iç geçirenler çoktur; bunu yüzüne söyleyebiliyorlar mıdır bilmem. Keşke söyleseler...
Mukayeseyle başladık, öyle tamamlayalım: Kemal Bey yapabileceğinin en iyisini yapıyor ve partisine fayda sağlıyor. Bülent Bey ise yapabileceğinin en iyisini yapmıyor, bilakis belagat zaafı, onun siyasi potansiyelini baskı altında tutuyor.
Kendisiyle şahsi yakınlığım yoktur, uzaktan sempatim vardır ve o kadarcık hukuk çerçevesinde "Dost bu kadarını söyler" demekle yetiniyorum.