Behlüller gitsin, Halimler gelsin!
Selim İleri, dünkü pazar ilavemizde yayınlanan "Çok satar'ların bir öncüsü" başlıklı yazısında Türk seyircisinin ve okuyucusunun en belirgin tüketim davranışını izah eden çok dikkat çekici cümlesinde şöyle diyor: "Amber'de de, Nilgün'de de hanım okurların şaşaa tutkusunu kışkırtacak, beylerin de serüven arzusunu uyandıracak sahneler akıp gider.
Amber'le Nilgün'ün kılıkları uzun uzadıya tasvir edilir, hanım okurlarda hülyalar uçuşturulur."
Öyle midir, Türk seyircisi-okuyucusu, şa'şaa tutkusu ile serüven arzusu gibi iki basit yemle avlanabilecek kadar naif bir yapı mı sergiliyor? Üzerinde durulmaya değer. Selim İleri'nin sözünü ettiği kitaplardan Amber'i Kathleen Winsor 1944'te, Refik Halit Karay ise aynı tarzı hatırlatan eseri Nilgün'ü 1952 yılında yayınlamıştı; yarım asırdan fazla. Hâlâ aynı yerlerde miyiz?
Galiba aynı yerdeyiz.
Geçenlerde bir radyo programında duydum; programı sunan arkadaşın yeğeni, babasına demiş ki, "Baba, ben büyüyünce Behlül olacağım!" Belki ilkokul çağlarında bile değil ama bir şekilde Behlül'ü kendine rol-model edinmiş. Vay canına!
Şimdi bana "Behlül kim- yazar kimden bahsediyor?" diye sormayacaksınız herhalde. Behlül canımız ciğerimiz, medâr-ı iftihârımız; 17'sinden 77'sine bütün dizisever hanımların favorisi, genç erkeklerin -ve gariptir çocukların bile- hayâlindeki şahıs: Süflî, tufeylî, irâdesiz, yalancı, ikiyüzlü, ahlâken müflis, şahsiyetsiz bir delikanlı; fakat yakışıklı, boylu-poslu, sportmen, sarışın, yeşil gözlü bir roman karakteri. Halit Ziya Bey'in Aşk-ı Memnu'yu kaleme aldığı yıllarda, "Kim çocuğunun ilerde bir Behlül olmasını ister?" diye anket yapılsaydı "Hafazanallah" şıkkı şampiyon olurdu; bugün "Maalmemnuniye; bundan âlâsı Şam'da kayısı" şıkkı rekor kırıyor. Devam edelim; ebeveynler arasında, "Biricik kız evlâdının ilerde bir Bihter olmasını kim ister" anketi açılsa nasıl sonuçlanır, tahmin ediniz!
Aşk-ı Memnu dizisi, sıradan hayatlar yaşayan insanlara sunulmuş bir pırıltılı ihtişâm gösterisi. Mekânların dekorasyonu, zenginlik unsurları, mobilyalar, elbiseler, takılar, makyaj vs gibi unsurlar da dizinin kırık karakterli kahramanları kadar ilgi çekip karşılık buluyor. Kimse kusura bakmasın, marîz bir hâl bu. Sosyal mertebelerde ve refah seviyesinde yükselme hırsı içindeki gözünü yukarılara dikenlere sunulan bir pembe rüya.
Gelelim "Canım Ailem" dizisine; Aşk-ı Memnû ne ise, Canım Ailem onun zıddı. Dekorlar orta halli, hatta fukara; karakterler sıradan, giyim-kuşam derseniz, her dolmuş kuyruğunda rastlayabileceğiniz alelâde şeyler. Hemen her mahallede bir veya birkaç Meliha, düzinelerle Feride, Halim yaşıyor ve bu insanlar, Aşk-ı Memnû'nun ana temasından çok daha yüksek bir fikir etrafında birbirlerine kenetleniyorlar: Aile değerleri! Aşk-ı Memnû, ne kadar anti-aile bir muhtevâ ise, Canım Ailem o kadar "Aileci" bir hikâye.
Geçenlerde neler oldu bilinmez, Canım Ailem'i yerli yerinde bulamaz olduk; kayıp! Sevdiği adam tarafından defalarca hayâl kırıklığına uğramasına, onu gün aşırı "Seni öldürürüm Samim" diye sevgiyle kaplanmış ta'rizlerle hırpalamasına rağmen sadakatinde sebât eden geçkin Meliha ve onun etrafındaki sıcacık, sıradan insanlar sırra kadem bastılar. Ben bu vakitsiz ayrılışı mânidar buldum. Yasak aşk dizisinin naylon karakterleri, yerli hayatın sahici tiplerine galebe etmişler gibime geldi. Canım sıkıldı.
Behlüller gitsin kardeşim, Halimler gelsin onun gibilerin yerine; ihanetin elenikasını çeviren iffetsiz Bihterler gitsin, ebedî aşka inanmış "afîf" Ferideler gelsin; Adnanlar gitsin, Samimler gelsin.
Önemli midir? Önemlidir; şehirli değerleri el yordamıyla aradığımız şu netâmeli günlerde Türkler "görerek" bir şeyler öğreniyor çünkü. Onlara güzel şeyler göstermek lâzım.