“Durun Kalabalıklar”
İslam, hem dünya için, hem de ahiret için elzemdir.
Hem kişiyle Allah arasındaki ilişkileri düzenler, hem de kişiyle kendisi ve toplumu, hatta toplumlar arası ilişkileri düzenleyen yasaları barındırır içinde.
İslam başlı başına bir sistem, bir yaşama biçimi, bir medeniyettir. Bölünme parçalanma kabul etmeyen bir bütündür İslam. Onun iman ve ahlak esasları ile ibadet veya sosyal hayatı düzenleyen muamelatı arasında bağlayıcı olmak bakımından hiç bir fark yoktur. Birini inkar ile, bütünü inkar arasında bir fark yoktur yani.
Bunu, bazılarının hoşuna gitmiyor diye gizlemenin anlamı da yoktur, imkanı da. Çünkü İslam ortada. Onu kabul edip etmeme özgürlüğü tanınmıştır insana, ama bir kısmını alıp bir kısmını atmaya gelince, asla!
İnsan iradesini yansıtan yasalarla, Allah iradesini gerçekleştiren kanunlar arasındaki güzellik, yararlılık, hayırlılık ve mükemmellik, en az insan ile Allah arasındaki fark kadar açık, seçik, net ve kesin olduğunu, çağımızın insanlarına, ikna edici âfâkî ve enfüsî delillerle bildirmeli alimlerimiz.
İnsanın kendini ilah zannettiği, Allah’ın uluhiyyet ve hakimiyetine -haşa- kafa tuttuğu şu günlerde insana haddini bildirmeli bilginlerimiz. “Üç beş damla kan ve üç beş damla su” olan insan, “İslam’ın kanunla, nizamla alakası yoktur. Allah yarattıysa yarattı. Öyleyse, - haşa- göklerde otursun ve bizim hayatımıza karışmasın. Biz yer yüzü yaşamımızı kendi aklımız ve irademizle yaptığımız yasalarla düzenlemek istiyoruz...” gibi İslam’a göre kendini bilmez, haddini bilmez, baştan sona inkar kokan, kendini beğenme ve kibir kokan insana, gerçekleri göstermeli alimlerimiz.
Geldikleri yerle, İslam’ın ortaya koyduklarını kıyaslatmalı onlara. Gerçekleri gizlemeksizin açıklamalı onlara... “Çağdaş değerler” dedikleri ile, asırlar öncesi vahyedilen eskimez, pörsümez, ölmez değerleri, mutlak değerleri karşılaştırmalı ve farkı göstermeli onlara çağın diliyle.
“İslam, çağdaş dünyanın sorunlarını çözmeye yetmez” kibirini kırmalı. İnsan hakları, hayvan hakları, bitki hakları, cansız hakları nasılmış, nasıl korunurmuş göstermeli onlara. O uzunca bir süredir meydanı boş bulanlara…
Evet, uzunca bir süredir meydanı boş buldular inkarcılar. İslam, uzunca bir zamandır toplumsal hayatımızda düzenleyici bir değer olmaktan çıkarılmıştır. İslam yüreklere, vicdanlara hapsedilmek istenmiştir.
Akıntıya karşı kürek sallamak elbette zor olunca, müslüman bireylerin yaşamında da yaralanmalar oldu. İnancını uygulamaya dökememenin sancılarını yaşadı. İçinden ve dışından kaynaklanan engeller önünde acılar, ızdıraplar, pişmanlıklar, öfkeler, isyanlar yaşadı. Ağladı için için. Boşuna zalimlerden bir anlayış bekledi. Haklar ve özgürlüklere dair savruldu boşlukta sloganlar, ama konmadı mazlumların başına asla. Hep gücün, kuvvetin, iktidarın yamaçlarına kondular.
Karanlık güçler, derin devler hep korkuttular; sanki İslam’ı istemek, dünyadan kopmak, tecrit edilmek, terk edilmekti dünyalılarca. Yalnız ve yardımsız bırakılmaktı. Oysa külliyen yalan bunlar…
İlk müslümanlara da şöyle demişlerdi. “Bir avuç insanız. Müslüman olursak, ayaklar altında kalırız.”
Onlara, Allah cevap vermişti: “İnsanlardan değil, benden korkunuz.”(Maide, 44)
Oysa İslam, uygar insanların dinidir. Bu gün bilinmemesinden ve uygulanmamasından ötürü bir ürkeklik yaşanıyorsa, olumsuz propagandalara aldanılıyor demektir. Çünkü bizim mazimiz, çağımıza ışık tutacak, çağımızı özendirecek, hatta çağımızı utandıracak bir çok güzelliklere örneklik ve önderlik etmektedir.
İlk defa uygulanıyor değil ki İslam?
İşte bütün bu olumsuz yaygaralara inat alimlerimiz:
“Haykırmalı kollarını makas gibi açarak:
“Durun kalabalıklar, bu sokak çıkmaz sokak.”
www.cemalnar.com