Genelkurmay Başkanı Bir Şey Söylüyor...
Sayın Genelkurmay Başkanı; Kazım Karabekir’i anma törenindeki konuşmasında:
''(...) Yanlış bilgi felaket kaynağıdır. Her işin evvela hakikatini ara ve öğren, sonra münakaşasını istediğin gibi yap.''
Çok doğru...
“Allah Allah diye taarruz eden bir ordu nasıl olur da Allah'ın evi olan camiyi bombalar. Bu ordunun Mehmetçiği Allah Allah diye hücum ediyor.”
Elhak bu da doğru.
“Vicdansızlara sesleniyorum, TSK'nın da sabrının bir sınırı var.”
İşte bu durakta duralım.
Hukuk devleti iddiasında olan bir ülkenin Genelkurmay Başkanı hem yumruğunu masaya vuruyor; hem de sabrın taşmasından bahsediyor.
Yani birisiyle konuşurken ikide bir elini beline doğru götürmek gibi bir tavır.
Ceza kanunumuzda buna “silah teşhiri” denir.
Hem darbeyi lanetle, hem masayı yumrukla, hem silah teşhir et.
Bu bir çelişki değil mi?
Hadi diyelim ağır sorumluluk ve de bir anlık heyecan...
Ekranlara çıkan birçok emekli general Balyoz’u sahiplenince Genelkurmay Başkanımızın kendisini zorlamasına gerek kalmıyor. Hatta o gibilerini Genelkurmay Başkanı kesmiyor bile.
Yüzüne bağırıyorlar: “Ne duruyorsun tankları sokağa, uçakları havaya salsana.”
Bir şey daha var:
Allah diyen subay/asker Orduya yararlı mıdır, zararlı mıdır?
Yararlıdır diyorsak, binlerce dindar subay (inancı gereği eşi başını kapatıyor diye) ordudan neden ihraç edildi? Bununla kalmayıp askeri sahalardaki ezanların susturulması ve de birçok yerlerde ibadet edecek mekan olmadığından askere gönderdiğimiz çocuklarımızın askerlik yaptıkları sürece bu ibadetten yoksun bırakılmaları...
Bunlar da halkın belleğinde birer sabır taşı...
Ne var ki halkımız hem ordusuna hem de devletine sadık olduğundan yumruğunu masaya vurmak gibi tavırlar sergilemeyi uygun görmüyor. Demokratik düzen istiyor...
İnançlarına saygı istiyor, oyuna sadakat istiyor...
Ortalıklarda dolaşan 5000 sayfalık bir tatbikat planı var.
İçeriği oldukça yüklü ve de ürpertici.
Dediler ki, bu plan zamanın 1. Ordu Komutanına ait.
O komutan da zıp çıktı dedi ki:
“Evet plan bize ait, ama içeriği bir senaryo.”
Paşanın oyuncakları!
Hadi öyle olsun, oyuncak/senaryo olsun dedik.
Ama gördük ki içerisinde senaryodan başka bakanlar kurulu listesi var, darbe sonrası başbakanın adı var. Akredite olan ve de olmayan gazetecilerin isimleri var, darbe sonrasında yapılacak işler var. Bizden olanla olmayan hakimler de var...
Doğru giden bilgiler elbette ki doğrudur, eğri gidenlere nasıl doğru diyeceğiz?
Hadi bizler olayı masumiyet karinesinden alalım da kamu vicdani soruyor:
Sincan cadde ve sokaklarına halkın tanklarını sürüp gözdağı verenler kimlerdi?
28 Şubat karanlığı ile bu ülkeyi soyduranlar kimlerdi?
Şimdi onlar masum(!), o gibilerin yapacakları ihanetleri basına sızdıranlar “Orduyu yıpratıyor” suçlamasıyla maznun(sanık)...
Bu anlayışta bir terslik yok mu?
Balyoz günlüğünde yazıyor mu ki “Alevi güvenilir”, “dindar sakıncalıdır”. O halde köyünde cami istemeyen, ezan=Bayrak istemeyen, çocuğuna din dersi okutulmasını istemeyen bir komutan, emrindeki dindar subaya neden temiz sicil versin ki?
O komutan karargahında ezan okunmasına müsaade eder mi?
Hem ezan karşıtı komutan niçin “Allah Allah!..” desin ki?!.
Sayın Genelkurmay Başkanı hassasiyetleri bu noktada taktir etmesi durumunda, askerin yıpranmasına veya yıpratılmasına gerek kalmaz.
Yıpratma veya yıpratılma konusunda millet yek vücuttur.
Bu kaleyi asla kimseler yıkamaz...
Hem hastalık dışarıdan ziyade içeridendir...
Son sözümüz odur ki, burada geçmişlerden beri gelen bir iktidar zaafı var.
O zaaf şudur:
Darbeci generaller mükafatlandırılıyormuş gibi bir ay öncesinden terfi ve tayinleri yapılıyor... Hükümet şimdiye kadar bu konuda hassas davranamadı.
Daha doğrusu, yetkilerini dış politikada, yollarda, köprülerde, Avrupa Birliği ülkelerinde kullandığı gibi bu sahada kullanamadı.
Hem de anayasada çok geç kaldı...
“Seni bu göreve layık görmüyorum” diyemediği sürece işler vahim.
Demeli.
Cumhurbaşkanı da demeli...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.