Özeleştiriye tahammül
özeleştiri kültürü serbest, rahat ve özgür düşünebilme melekesinin gelişmiş olmasıyla bağlantılıdır. özgür düşünebilmekse, dibinde, kendi düşünme düzlemini özgür iradeyle yapılandırma imkânının var bulunmasına borçlu sayılabilir.
Sonda ulaşabileceğimiz bu önermeleri başta söyledik, ancak bu önermelerin yalnızca Türkiye bağlamında değil, genelde evrensel ölçekte geçerli olduğunu düşünüyorum. Ancak bizim örneğimiz gene de Türkiye…
Türkiye'de Tanzimat'ı nirengi noktası olarak kabul ediyorum. çünkü ikili kurumlar, bu ülkeye Tanzimat'ın armağanı olarak yerleşti. çünkü ilkin Tanzimat hareketiyle bu ülkede batılı kavramlarla yerli kavramlar karşı karşıya geldi. Bu iki farklı kültürün kavramları karşı karşıya geldi ama.. asla hesaplaşma düzleminde yüzleşmediler.
Tanzimat, Türk siyasal yaşamında tepeden inmeciliğin ilk örneğiydi. Batılı kavramların bu kültüre ithal edilmesinin kapısı da bu fermanla açıldı. Fermanda öngörülen hususlar, o öngörüyü sahiplenen devletlular tarafından savunuluyordu. Ancak savunmada ileri sürülen argümanlar kendi içinde tutarsızdı: Batılı kavramlara İslâm'dan tezkiye isteniyordu. özgürlük talebi öne sürülüyordu, ancak öne sürülen özgürlük kime karşı dermeyan ediliyordu? Padişaha… Padişah kimdi? Aynı zamanda halife unvanıyla İslâm toplumunun temsilcisi sayılan merci… Ondan ne isteniyordu? İslâm'a veya daha dolaylı olarak İslâmî kavramlara sahip çıkması… Fakat İslâm adına sahip çıkılmak istenen kavramların aslında İslâm'da yeri yoktu; ancak İslâm'ın bu batılı kavramları mubah görmesi, tezkiye etmesi isteniyordu….
Böylesi tuhaf, iç içe geçmiş yanlışlıkların harmanlandığı bir tuhaf siyasal/toplumsal zemin oluşturuldu. Bu zemin üzerinde, bölmeli kafaların yansıması halinde bölmeli kurumlar oluştu: mektep/medrese; nizamî mahkeme/şerî mahkeme gibi…
Zamanla bu ikili kurumlardan birinin ortadan kalkması mukadder görünüyordu. Nitekim Cumhuriyetin kurulmasıyla ikili kurumlar ortadan kaldırıldı, fakat bölmeli kafa yerinde kaldı. İşbu bölmeli kafa, karşılaştığı çelişkili durumların her birinde kendini savunma refleksini gösterdi. Şöyle diyorlardı: evet, ben, dine karşı gibi görünüyorum, ama böyle bir muhalefetim söz konusu değil, çünkü benim babam hacıydı, benim dedem imamdı.. kabilinden defilerle kendini savunmaya teşebbüs ediyorlardı. Ancak bu defi, elbette savunmanın tutarsızlığını ortadan kaldırmaya yetmiyordu.
Şimdi.. en son, aynı savunmacı durum başörtüsü konusunda bir kez daha denenmek istendi/isteniyor. Başörtüsü yasağını kaldırmak isteyen yeni anayasa hükmüne karşı çıkmak isteyenler, ta Tanzimat döneminde öngörülen argümana bir kez daha başvurdular. Başörtüsünün İslâm dininin öngörüsü olmadığını ileri sürdüler. Başka bir deyişle, İslâm'ın, kadınlar için başını açmasını öngördüğünü ileri sürdüler. (Bu argümanın mefhumu muhalifi şudur: İslâm baş örtüsünü onaylıyorsa mesele yok! öyle mi?)
Bu ne demek? Kurulu düzene sahip çıkanlar kendilerince, mevcut düzenin savunduğunu düşündükleri kıyafet biçimini, aslında ve en dibinde, en temelde, İslâm'ın caiz gördüğüne ilişkin bir fetva istihsal etmenin derdinde… İslâm'a rağmen İslâm'dan yardım bekleyen kafa yapısının halen yaşıyor olduğu tescil ettirilmek isteniyor.
Bu kafa yapısı, bir yandan İslâm'a karşı çıkarken, bir yandan da ondan yardım ummaktan vazgeçmediğini kayda geçirmeye çalışıyor. çünkü dinin hükümleri yorumlanacaksa, bunu yapmak da onun üstüne vazifedir.. o kafa yapısı devam ediyor.
Bu kafa yapısından özeleştiri beklenebilir mi? Asla! çünkü o, varlığını, özeleştiriye kapalı tutmakla sürdüreceği vehminde ısrarlı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.