Vefâtının 50. yılında Bedîüzzaman Hazretleri
1900 senesinde İngiliz Müstemlekât Nazırı Gladston’un “Bu Kur’ân, Müslümanların elinde kaldıkça biz onlara hakikî hâkim olamayız. Ya Kur’ân’ı ortadan kaldırmalıyız veya onları Kur’ân’dan soğutmalıyız!” meâlindeki sözlerini bir gazetede okuyunca İslâm Âlemi’nin karşı karşıya kaldığı bu dehşetli planları açıkça farkeden Bedîüzzaman Hazretleri, “Kur’ân’ın sönmez ve söndürülmez manevî bir güneş hükmünde olduğunu, ben dünyaya isbat edeceğim ve göstereceğim!” diyerek manevî cihâdının yönünü ilân etmiş ve 1910’da Şam’da okuduğu bir hutbe ile reçeteyi şöyle ifâde etmişti: “Marîz bir asrın, hasta bir unsurun, alîl bir uzvun reçetesi; ittiba’-ı Kur’ândır. Azametli bahtsız bir kıt’anın, şanlı tali’siz bir devletin, değerli sahibsiz bir kavmin reçetesi; ittihad-ı İslâmdır.”
Reçete güneş gibi âşikârdır, ancak, 1908’de “Ey ebnâ-yı vatan! Hürriyeti sû-i tefsir etmeyiniz, tâ elimizden kaçmasın. Ve müteaffin olan eski esareti başka kabda bize içirmekle bizi boğmasın!” îkazında bulunan ve bir endişesini ifade eden Bedîüzzaman Hazretleri’nin istikbâl-âşinâ nazarının tesbîti maalesef doğru çıkmış ve İstiklâl Harbi’nden sonra dehşetli bir istibdat ve ceberrut devri başlamıştır. Bu dehşetli hâli “Evet, daha dehşetli bir istibdat ile, pek acı ve zehirli bir esareti bize içirdiler” cümlesiyle ifâde eden Üstad Hazretleri, 1909’da Divân-ı Harb’de “Bu hükûmet, zaman-ı istibdatta akla husumet ediyordu; şimdi de hayata adavet ediyor... Eğer hükûmet böyle olursa, yaşasın cünun!.. Yaşasın mevt!.. Zâlimler için de yaşasın cehennem!..” cümleleriyle haykırdığı hakikat, seneler sonra hakiki mazhar ve muhataplarını bulmuştur.
İstiklâl Harbinden sonra Ankara’ya gelen Bedîüzzaman Hazretleri, ehl-i îmânın maruz kaldığı dehşetli fitneyi şöyle ifade etmiştir: “Bin üçyüz otuzsekiz senesinde [bundan onsekiz sene evvel] Ankara’ya gittim. İslâm ordusunun Yunan’a galebesinden neş’e alan ehl-i îmânın kuvvetli efkârı içinde, gâyet müdhiş bir zındıka fikri, içine girmek ve bozmak ve zehirlendirmek için dessâsâne çalıştığını gördüm. Eyvah dedim, bu ejderha îmânın erkânına ilişecek!”
Hazret-i Üstâd’ın korktuğu gerçekleşmiş ve ejderha îmânın erkânına ilişmiştir. Bedîüzzaman Hazretleri de Resûlullah Aleyhisseâlâtü Vesselâm’ın Mekke devrinde takip ettiği usûle ittibâ ederek; devrin hükümetinin evhâm ve şüphelerinin neticesi getirildiği Isparta’nın Barla beldesinde Risâle-i Nûrları te’lîf etmeye başlamış, herbiri birer Kur’ânî reçete olan eserleriyle zamânın her hastalığına ve insalığın ve ehl-i îmânın her sınıfına teşhîs ve tedâvîler takdîm etmiştir. İnsanlığa ve ehl-i İslâm’a takdîm edilen Nûr Risâleleri ve Bedîüzzaman Hazretleri’nin hizmet usûlü milyonlarca insana manevî tiryak ve ilâç hükmüne geçmiş, karanlık ve kirli planları akim bırakmıştır.
Kur’ân-ı Kerîm’in hakikatlerine, lisânına, harflerine ehl-i îmânı yeniden rabtetmek emelinde olan Bedîüzzaman Hazretleri Risâle-i Nûr’un icrâ ettiği tesiri ve istihdâf ettiği netîceyi şöyle ifâde etmiştir: “Risaletü’n-Nûr yalnız bir cüz’î tahribâtı ve bir küçük hâneyi tâmir etmiyor; belki küllî bir tahribaâtı ve İslâmiyet’i içine alan ve dağlar büyüklüğünde taşları bulunan bir muhit kal’ayı tâmir ediyor. Yalnız hususî bir kalbin ve bir vicdanın ıslahına çalışmıyor; belki bin senedenberi terâküm ve tedarik edilen müfsid âletlerle dehşetli rahneler ile kalb-i umumî ve efkâr-ı âmme-i umumînin bâhusus avam-ı mü’minînin istinadgâhları olan İslâmî esaslar ve cereyanlar ve şeairler kırılmasıyla bozulmağa yüz tutan vicdan-ı umumîyi, Kur’ânın i’caziyle ve geniş yaralarını, Kur’ân’ın ve imanın ilâçlariyle tedavi etmeğe çalışıyor.”
Bütün kuvvetini Kur’ân’dan alan Nûr Risâleleri ve Risâle-i Nûr hizmeti İslâm Âlemi’nde aynı devirde yazılan sâir eserlere ve takip edilen hizmet usullerine nisbetle İslâm târihinde benzerine, Asr-ı Saadet’ten sonra, az rastlanır bir muvaffakiyete mazhar olmuştur. “Risâle-i Nur sönmez, söndürülemez. Risâle-i Nur, söndürülmek için üflendikçe parlayan bir nûrdur. Risâle-i Nur, tılsım-ı kâinatın muammasını keşf ve halleden bir keşşaftır” diyerek Kur’ânî tefsirlerin kuvvetini ifâde eden Bedîüzzaman Hazretleri bu muvaffakiyete dehşetli bir istibdat ve zulme rağmen vâsıl olmuştur. Defalarca zehirlenmiş, zindanlara atılmış, sürgünlerde ömrünü tüketmiştir ama maruz kaldığı bu zulüm ve istibdat çarkı ehl-i îmanın sadrına şifâ, derdine devâ olmasına mani olamamıştır. Bilakis o maruz kaldığı zulme aldırmamış ve 1952’de Eşref Edib’e 76 yaşında iken verdiği mülâkatta “Keşke bunun bin misli meşakkate mâruz kalsam da iman kalesinin istikbâli selâmette olsa!” diyerek zulüm mihraklarına meydan okumuş, rûhunda yarım asır önce kopan fırtınanın hâlâ taptaze olduğunu göstermiştir. O, kendi ifâdesiyle cemiyetin iç hayâtını, manevî varlığını, vicdan ve îmânını terennüm etmiştir ve yalnız Kur’ânın te’sîs ettiği tevhîd ve îman esası üzerinde işlemiştir. Çünkü ona göre İslâm cemiyetinin ana direği budur ve bu sarsıldığı gün, cemiyet yoktur.
Haftaya devam edeceğiz. Yorumları değil, delilleri konuşturacağız!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.