Faruk Çakır

Faruk Çakır

Halka güvenmeyen ‘Halkçı’lar

Halka güvenmeyen ‘Halkçı’lar

Yanlış bilgiler üzerine yükseltilmeye çalışılan bir anlayış çökme ve sönme sinyalleri veriyor. Medenî cesarete sahip ilim ve fikir adamları konuştukça gerçekler gün yüzüne çıkıyor. Yıllarca yanlışlara itiraz edenler bu gelişmelerden memnun kalırken, gelecek günlerde ‘mum’larının söneceğini anlayan ‘yalancılar’ da haklı olarak endişe duyuyor.

Taraf’tan Neşe Düzel’in sorularını cevaplandıran Prof. Dr. Mete Tunçay, geniş halk kitlelerinden saklanan ve gizlenen bazı ‘gerçekler’i kamuoyu ile paylaşmış. Meselâ, “(Kâzım) Karabekir ve (Ali Fuat) Cebesoy, Millî Mücadele için M. Kemal’den önce Anadolu’ya gittiler ve ona gel dediler. O, tereddüt etti” diye anlatmış. (Röportaj, 1 Mart - 3 Mart 2010 tarihleri arasında yayınlandı.)

Tabiî ki millet ekseriyetinden gizlenen gerçekler sadece bu değil. Anlatılan denizden bir damla sayılabilir. Yakın tarihle ilgili olarak öğretilenlerin azı değil, çoğu yanlış maalesef. Bu bakımdan, gerçeklerin doğru anlaşılabilmesi için cesur tarihçilerin ve ‘aydın’ların daha fazla konuşmasında fayda var.

Prof. Tunçay’ın anlattıkları arasında dikkat çeken bir nokta daha var: Adı ‘Halk Partisi’ olan partinin, gerçekte hiçbir zaman ‘halk’ı dikkate almadığını görüyoruz. Tunçay bu hususta şöyle diyor: “Kurulan cumhuriyet Jakoben bir cumhuriyet. Çünkü bunlar, halk için doğrunun, iyinin ne olduğunu biliyorlar. Halka öyle fazla danışmaya ihtiyaçları yok. Meselâ 1946’ya kadarki seçimler iki derecelidir. 1946’ya dek, yurttaşlar gidip de milletvekillerini seçmiyor. (Soru: Kimi seçiyorlar?) Birinci seçmenleri seçiyorlar. Onlar, milletvekillerini seçiyor. Çünkü halka güvenilmiyor. ‘Halk, bütün gerilikleri getiriyor’ diye düşünülüyor.”

Yıllar boyu ülkeyi ‘tek parti’ yönetimiyle idare eden ve adında ‘halk’ olan bir partinin, milleti bu derece dışlaması, hakir görmesi çelişkilerin en derini değil midir? “Tek parti”nin dün sahip olduğu bu anlayış, maalesef bugün de sürdürülüyor. Ne ki millet için ‘iyi’dir, “Halk Parti”si buna karşı çıkmayı bir vazife bilir. Gerçi “Halk için, halka rağmen” anlayışına sahip oldukları için milletin helâl reyleriyle iktidar yüzü görmezler, ama Türkiye’nin önünü tıkayıp ufkunu karartma ‘vazifesi’ni de hakkıyla yerine getirirler.

Mete Tunçay’ın dikkat çektiği bir başka nokta da ‘Latin alfabesi’nin tercihiyle ilgili: “Latin alfabesi, din için getirildi. Çünkü din ile yazı arasında garip bir ilişki vardır. Bizim devrim dinle yazı arasındaki bağı kırdı.” (Taraf, 1 Mart 2010)

Peki, ‘yazı ile din arasındaki bağ kırıldı’ da ne oldu? Özel gayret göstermeyenler hariç, girdikleri okul kapısındaki yazıları okuyamaz ve okusa da anlayamaz ‘profesör’ler, öğretim üyeleri ve üniversite yöneticileri çoğaldı. İstanbul Üniversitesinin Beyazıt’taki merkez binalarının giriş kapısındaki ‘eskimez yazı’ları ve âyetleri kaç ‘aydın’ okuyabiliyor?

Millet, ‘halkçı’ların kendisine güvenmediğinin farkında. Bu sebeple onlara iktidar koltuğunu teslim etmiyor. İnşallah bundan sonra da teslim etmeyecek. ‘Halkçı’lar, milletin din ile bağını koparmak istedi ve buna uygun icraatlar ortaya koydu. Ama şükürler olsun ki millet ferâsetiyle ve ecdâdından aldığı duâ sayesinde bu tuzağa düşmedi, din ile var olan bağını koparmadı. Bu başarıda ‘ilmiyle âmil âlimler’in büyük payı olduğunu unutmayalım ve onları hayırla yâd edelim.

Her geçen gün gerçekler biraz daha gün yüzüne çıkacak ve ‘yalancıların mumları’ yatsıya varmadan sönecek inşallah.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Faruk Çakır Arşivi