Çatışma, uyum, teslimiyet
Başbakan, asker ve yargı cenahındaki son gelişmeler, gözaltı ve tutuklamalar için yapılan “Kurumlar arası çatışma kızıştı” yorumlarına karşı çıkarak, kurumların uyum içinde çalıştıklarını söylüyor. Ancak bu sözleri, yine kendisinden sâdır olan “Bürokratik oligarşiyi aşamadık, yargı bize kan ağlatıyor ve kurumsal anlamda arzu edilen demokratik olgunluğa hâlâ erişemedik” gibi şikâyetlerle çelişiyor.
Bunların hangisi doğru? Eğer kurumlar hakikaten uyum içinde çalışıyorsa, o şikâyetler niye?
Ve aksi yöndeki olup bitenlerin izahı ne?
Son örnek, hükümeti kamuoyu önünde ciddî şekilde zorlamaya başlayan Tekel işçileri sorununda Danıştay’ın verdiği karar. Bu karar, işçilerin hükümeti sıkıntıya sokan eylemini sona erdirmek suretiyle bir cihette rahatlamaya yol açtıysa dahi, işin özünde iktidara yine fren koydu.
Öte yandan, Tekel işçileri meselesinde çıkan krizin asıl etkisinin, bundan sonraki özelleştirmelerde kendisini göstereceği belirtiliyor ki, bu, o cenahta uzun vadeye yayılacak bir gerilimle, bunun getireceği tutukluğun habercisi olabilir.
Özelleştirme ihalelerinde eksik olmayan peşkeş iddialarıyla, işçi hakları ekseninde alevlenecek tartışmalar, özelleştirme sürecini aksatabilir.
İlâveten, bu hükümetin yedi buçuk yıla yakın iktidarında gerçekleşen özelleştirmeler de mercek altına alınarak yeniden tartışmaya açılabilir.
Ki, aynı dönemde yine yargıya takılıp iptal edilen epeyce ihalenin varlığı da ayrı bir husus...
Ve tüm bunlar, ekonomik gidişata bakan yönüyle, Erdoğan’ın sürekli yakındığı statükonun işine yarayacak yeni tıkanmalara sebep olabilir.
Buradan, beş yılı aşkındır reformlar için yeni bir adım atılmayışının ekonomi üzerinde meydana getirdiği olumsuz sonuçlara geçecek olursak:
Bilindiği gibi, iş dünyası da sürekli olarak temel yapısal reformlardaki aksamadan şikâyetçi.
Anadolu müteşebbisinin temsilcisi konumundaki TOBB ile İstanbul sermayesinin sözcüsü TÜSİAD’ın ısrarlı bir şekilde yeni anayasa ihtiyacına vurgu yapmaları, bu bağlamda manidar.
TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu hemen her konuşmasında, yeni ve demokratik bir anayasa ile, 72.5 milyon insanımızın yeni bir mutabakat sözleşmesine kavuşturulması ve bunun daha fazla geciktirilmemesi gerektiğine dikkat çekiyor.
TÜSİAD’ın Ümit Boyner başkanlığındaki yeni yönetimi de, seçildiği günden itibaren verdiği olumlu mesajlar ve Ankara temaslarında seslendirdiği önerilerle, yeni anayasa başta olmak üzere, çoktandır askıda bekleyen demokratikleşme reformlarını artık hayata geçirme çağrısı yapıyor.
28 Şubat’ta TÜSİAD’ın kendi müstakil duruşuyla; iş âlemini ve çalışma hayatını temsil eden TOBB, TİSK, TESK, Türk-İş ve DİSK’in de müştereken, antidemokratik sürece destek verdikleri hatırlanırsa, şimdiki tablo, tam tersi istikamette çok muazzam bir değişimi ifade ediyor.
Bu, Mecliste büyük çoğunluğa dayanıyor olma avantajını da elinde bulunduran hükümetin, asla ıskalamaması gereken müthiş bir dayanak.
İlâveten, yine 28 Şubat sürecinin brifing kumandalı medyası ile kıyaslandığında, bugünün medyası büyük ölçüde dengeli ve çok sesli bir yapıya kavuşmuş durumda. Bu da, demokratikleşme yönünde bir kamuoyu oluşturmak açısından çok iyi değerlendirilmesi gereken bir fırsat.
Bütün bunlar alt alta konulduğunda, Erdoğan’ın 2002 seçimi öncesinde sık sık tekrarladığı “Şeker, un ve yağ olduğu halde helva yapamayanların defterini dürün, aradığınız helvacı usta biziz” söylemlerindeki mesajın gereğini yapmak için, o günlerden dahi çok daha müsait bir ortama kavuştuğumuz gerçeğini önümüze koyuyor.
Bakalım, AKP bu defa başarabilecek mi?
Yoksa zorlanıp sıkıştığı yerlerde yine “Kurumsal mutabakat oluşmadı” veya “Yapmak istedik, ama işte görüyorsunuz, hâlâ engelleri aşamıyoruz” bahanelerine sığınıp, buna ilâveten “uyum” adı altında teslimiyetçi tutumunu devam mı ettirecek?