Liberallerin “kristal gecesi”* yaklaşıyor
Ahmet Altan’ın başlattığı “Müslüman mısın milliyetçi mi?” tartışması geçen hafta bütün medyaya yayıldı. Fakat unutulan bir şey vardı; bize bu soruyu yönelten zihnin ideolojik varyansları neydi? Bu soruya hüsnüniyetle cevap verenler, soruyu soranların hanesine “Liberal Demokrat Müslüman” olarak geçti. Halbuki soru yanlıştı, bu yüzden de cevapsız bırakılmalıydı.
Dün, dünya sisteminin Türkiye’de sosyalizm karşısında kurdurduğu cephenin bir benzerinin bugün milliyetçilik ithamıyla esasen vatanperverlik karşısında kurulduğu apaçıktır. Yani dindarlar geçmişte sosyalistlerin karşısına “Allahsız komünizmle mücadele etmelisiniz” diye dikilirken, gününüzde de “Milliyetçilik dininizi içten içe yiyen bir kurttur” denilmek suretiyle bütün renkleriyle millici ve milliyetçi kesimlerin karşısına çıkartılmak isteniyor. Üstelik bu kampanya çok daha içerilere nüfuz ederek, “dindar ile milliyetçi arasında gizli bir kan bağı var, bu bağın deşifre edilip kurutulması gerekir”e bile götürülüyor.
Milliyetçilik her şeyden önce modern zamanlara ait bir kavramken; doğal olarak buna karşı ya da buna alternatif veya bunu aşmış düşünce disiplinleri de sonuçta modern bir durumdur. Milliyetçiliğe kökten karşı çıkan kimselerin bulunduğu yer şayet İslam ise, bu kişilerin kapitalizm ve liberal düşünce kalıpları için bu denli bir uzlaşmaz karşıtlık sergilemiyor olmaları düşündürücüdür.
Ayrıca muhafazakar kesimlerdeki bu denli bir aşırı anti-milliyetçi söylem sahiplerinin çoğunun dünkü ülkücüler olması işi hepten tuhaflaştırıyor. Demek ki hesaplaşılması gereken psikolojik/travmatik bir durum söz konusu. Yani dün anti komünizm cephesinde kendinden geçercesine kılıç sallayan sarkık bıyıklı bazı kimselerin, bugün bıyıklarının ya ucunu ya tümünü keserek bu sefer anti-milliyetçi cephede aynı şedit tavırlarla çarpışmaları, siyasi ve ideolojik bir durumdan ziyade, kökeni çocukluk çağına kadar inen psikolojik bir travma zemininde yetişmiş olunduğunun göstergesidir.
İslamcılar milliyetçilikle ve milliyetçilerle hesaplaşmalarını 1980 öncesinde yaptılar ve bedelini de (Metin Yüksel gibi şehitlerle) ödediler. Üstelik bu hesaplaşma, her şeyin siyah-beyaz olarak ayrıştığı ve ortamın milliyetçiler lehine elverişli olduğu bir kesitte meydana geldi. Bu yüzden İslamcıların en azından bu konuda içlerinde bir sancı hissetmeleri söz konusu bile olamaz. Bugün bu hesaplaşmayı yeniden başlatan üçüncü tarafların bu gayretkeşliği ise çobansız köy haline gelmiş bir görüntü arz eden dindarların çobanlığını üstlenme arzularıyla açıklanabilir. Çünkü bunlar Türkiye’yi Tibet, Müslümanları da kırmızı giyen, yalın ayak, başı kabak Budist rahipleri sanıyor. Türkiye’de Başbakan düzeyinde telaffuz edilmiş olsa da “zenci” ve “Kunta Kinte” retoriğinin dindar kitlelerce hiç de benimsenmediği, bu insanların kendilerini hâlâ Çanakkale’yi geçilmez kılan Büyük Türk Milleti’nin muzaffer birer ferdi saydığı; Tanzimat’ta gayri Müslimlerle müsavi kılınsa da el’an kendilerini imtiyazlı sınıf olarak gördükleri apaçık bir gerçektir.
Bütün mesele, kendini bu vatanın sahibi kabul eden, ülkesiyle şahsiyeti arasında siyasi ve sosyal köken birliği kuran, dünya sistemi karşısında konumlanmış bir muhalefet cephesi var etmeye özünü hasretmiş insanların, kendi evleri içinde ve kendinden gözükenlerce boğulmak istenmesidir.
Bu öyle bir katliamdır ki, muhaliflik tek bir sese dönüşene kadar sürecektir. Muhalefet cephesinde liberaller dışında ayrıksı bir ses, ona alternatif bir konumlanış bırakılmayacaktır. Kemalizmi tektipçilik dayatıyor diye eleştirenlerin, tektipçiliği asıl muhalefet içlerine taşıyarak, zihinlerde müthiş bir dikta var ettiklerinin belki kendileri bile henüz farkında değil. Farkına vardıklarında ise, converse ayakkabılarından çıkan o tek vuruşluk uğursuz sesin vaktiyle SS subaylarında yarattığı bir tür sarhoşlukla geçmişi hatırlayamayacaklar bile. Ve kulaklarında yankılanan şu büyülü anonsla akacaklar tek kol hizasında: “Şimdi de Sivil Kmerler geçiyor… kollarında turuncu parti pazubentleriyle…halk coşkuyla onları selamlıyor…”
Liberaller inatla, ısrarla, binbir türlü tuzakla bir büyük katliam için baltalarını bilemekteler. İşte bu yüzden İslamcıların büyük şairleri/kâhinleri/bayrak adamları şehirden kovuldu! Gazeteler, radyolar, hükümet konakları, bütün köşe başları tutuldu! Alacakaranlıkta evler işaretleniyor!
Kristal bir gece anbean yaklaşıyor!
-------------
*Kristal Gece (Kristallnacht): 1938 yılının 9 Kasımını 10 Kasımına bağlayan gece, Alman Nazileri Yahudi ev, işyerleri ve sinagogları yağmaladı, onlarca Yahudiyi katletti. O geceye bu ad, saldırıdan sonra sokakları kaplayan cam kırıklarının ışıltılarından esinlenerek verildi.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.