Ali Eyvaz

Ali Eyvaz

Türk deri Ermeni maske

Türk deri Ermeni maske

“Ruhumun, yüzüm kadar kara olan ruhumun en karanlık köşesinden, kara çizgilerle taranmış bilincimin karanlıkta kalan en arka bölgesinden bir arzu kopuyor, apansız ‘beyaz’ olma arzusu.” (Frantz Fanon, “Siyah Deri Beyaz Maske”, sh: 79)

19 Ocak’ta İstanbul’da Hrant Dink cinayeti davasından çıkan kararı protesto için “Hepimiz Ermeniyiz” kortejinde yürüyenlerden, din hanesinde “Hıristiyan” yazmayanların bu kumpanyayı eleştirenlere yönelik günlerdir süren saldırıları, ancak “zencilik psikopatolojisi” ile açıklanabilir.

Çünkü kendilerinin orada olmasına karşın, bu dayatmaya direnen ve gayet üst perdelerden “suçlu değilim ki kendimi temize çıkarmaya uğraşayım, hem ne münasebet!” diyenlere yönelik oradakiler, “bari susun, çünkü bizdenmiş gibi görünüyorsunuz, bu cesaretiniz sadece kendinizin değil bizim de mahvımıza sebep olabilir” fobisiyle debelenip duruyorlar.

Bir suçlunun, aynı suçu işlemeye yanaşmayanlardan nefret etmesidir bu. Utancına ortakçı çıkmayanların, temiz kalanlara hayasız saldırısıdır.

Bu bahisteki Beyaz-Zenci şeklinde bir rol paylaşımına itiraz edenler çıkabilir. Zira ülkemizde Türkler çoğunlukta, Ermeniler ise azınlıkta. Ancak kökenleri Tanzimat’a kadar giden ve uzunca bir süredir pratikte hakim ve yaygın bir gerçeklik şeklinde var olan siyasi atmosfer, niceliksel durumu önemsizleştirmiş ve yaygın kültür içinden devşirdiği önce aydınlar, ardından ara elemanlar sayesinde geneli zencileştirerek, ona karşı nefret duygusunu bir moda akımı haline getirmeyi başarmıştır.

O bakımdan Türkiye’de önce mağduriyetin korunaklı sinikliğinden yararlanmak için zencileşmeye razı olup, ardından da kendisiyle birlikte zencileştirdiği kitlelerin omuzlarına basarak yükselenlerin bu aşamadan sonra “zenci mi dedin, o da ne!?” pozisyonunu aldıkları malumdur.

Bu patolojinin en usta analizcisine sözü bırakmakta fayda var: “(Bir beyaz dostunun karşılaştığı durumdan alıntıyla) Tanıdığım bir (zenci) kızla konuşurken, sözün sırası geldi, bunda bir beis de görmediğim için ‘Siz bir Zenci kız olarak…’ diye söze başlayacak oldum, aman tanrım, kapıldığı öfkeyi görmeliydiniz: ‘Ne, ben mi Zenciyim? Bir beyaz olduğumu görmüyor musun? Zencilere gelince, nefret ederim zencilerden. Pis kokarlar çünkü. Pasaklı, miskin herifler. Bana sakın zencilerden bahsetme bir daha.” (Frantz Fanon, “Siyah Deri Beyaz Maske”, sh: 63)

Fanon, “Bir zamanlar Paris’te, ‘içinde zencilerle karşılaşma şansı olmayan’ dans salonlarının listesini saklayan siyah bir kız tanımıştım” diyerek, ezilmiş kesimlerdeki bu türden patolojisinin yaygınlığına dikkat çeker ve bunlar için varoluşun ancak “kendinden ve kendisi gibilerden kopmakla” olabileceğini deneysel olarak çözümler.

Bugün Türkiye’de köklerinden kopartılmış ve fakat henüz Avrupa ve Amerika’ya götürülmedikleri ve zor işlere koşulup ‘zencilikleri’ yüzlerine vurulmadığı için bir ara bölgede ‘arınma seansları’ marifetiyle rehabilite edilen kimselerle karşı karşıyayız.

***

Türkiye’de siyasi yönelimlerinde dini referansları merkeze koyma ihtiyacı duyanların “zencilik” psikolojisinden çıkıp, ülkenin asıl sahipleri oldukları gerçeğinin bilinciyle hareket etmeleri gerektiğini söyleyip dururken, önemli bir ayrıntıyı gözden kaçırdığımız, 19 Ocak’ta ortaya çıktı.

Yaşanan onca mağduriyete rağmen ‘kendinizi zenci gibi hissetmeyin, çünkü ülke bizim, onlar sadece gasıp’ derken, zencilik psikopatolojisinin kimi bünyelerde bu kadar derine nüfuz etmiş olduğunu fark edemedik.

Türkiye’de oldukça geniş bir yelpazede “yabancı” tarafından “kabul görme” arzusunun bu denli güçlü ve yaygın bir davranış biçimi olduğunu kendi payımıza yeni keşfediyoruz.

Bu durum, dindar olmayan kesimlerde daha hoyrat biçimlerde kendini gösteriyor. Ortaya öyle manzaralar çıktı ve çıkıyor ki insan kendini müstakil birer komedi denemeleri seyrediyor sanıyor.

İşte onlardan birisi:

İstanbul’da sahneye konulan, Hrant Dink cinayetiyle ilgili bir amatör tiyatronun oyuncularıyla NTV’de röportaj yapılıyor. Önce oyundan bir sahne gösteriliyor. Kirli sakallı, elinde otuzüçlük tespih sallayan genç bir adam mahallede arkadaşlarıyla racon kesiyor, argo konuşmalar yapıyor, akranlarıyla kafa tokuşturuyor vs.

Bu görüntünün ardından, röportaja geçiliyor ve o rolü oynayan kişiye muhabir soruyor:

“Böyle bir karaktere nasıl bürürdünüz? Sizin için zor olmadı mı?”

Oyuncu cevap veriyor:

“Zor oldu tabi ki. Facebook’tan, Youtube’dan bu tiplere dair gerçek diyalogları izledim, gözlem yaptım…”

Yani düşünebiliyor musunuz; adam Türkiye’nin hemen her lisesinde normal bir ergen davranışını ancak gözlem ve eğitim yoluyla öğrenebiliyor.

Bırakın toplumuna yabancılaşmayı, adamın cinsiyetine dahi yabancılaştığı bir tuhaf süreci hep birlikte yaşıyoruz.

Normal ve sıradan erkek davranışlarını ancak eğitim yoluyla edinebilen erkeklerin sahnelediği bir garip tiyatro izliyoruz.

***

19 Ocak’ta İstanbul’daki o yürüyüş ise böylesi bir tiyatrodan öte anlamlar içeriyordu. Toplu rehabilitasyon amaçlı bir ayin gibiydi; evrimin üst kademelerine sıçrama töreni...

‘Hepimiz Ermeniyiz’ diye bağıran Türkler, Kızıl Elma dışında buldukları yepyeni bir lirizmin cezbesindeydiler. İrsi bir inkârın ürperişi ve utandıkları geçmişin coşkun bir sel önünde bütünüyle silinişiydi. ‘Vahşi Atalar’ından kopuş arzusunun toprağı fokurdatıp zamanı geriye sararak yepyeni bir doğumu getirmesiydi…

“Ortadoğu’da iyi şeyler oluyor” diyen Bayan Clinton’un kahkahalarına yapışan Arap Baharı’nın İstanbul’daki izdüşümü, birilerinin müttefik gördüğü Taraf gazetesinin manşetine, tıpkı 9 Kasım 1917’de Kudüs düştüğünde ‘müttefikimiz’ olan Almanya’da çalan şölen çanlarının içgüdüsel motivasyonuyla “Hrant Baharı” olarak yazılıyordu.

Nereye dönseniz aynı kabusun aktörleri, nereye sığınsanız aynı ihanetin yuvaları…

Mağrip’ten, Maşrık’tan yükselip Dar’ül İslam’ın Garp burçlarına kadar varan bu çan sesleri de ne!

Hasta yatağından doğrulan yaşlı uç beyi silahına davranıyor:

“Yine mi geldiler oğul!”

Oğlan mütebessim bir yavşaklık içinde:

“Sakin ol dede, bunlar bizimkiler.”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ali Eyvaz Arşivi