Hakim ve şeriatın kestiği parmak!
Hakim olmak!
Anayasa değişiklikleri çerçevesinde pek esaslı tartışmaların yaşandığı söylenemez, ama yine de iki karşıt kutup oluşmuştur. Hakim zihniyet, bu değişikliklerle siyasal iktidarın hakimiyetini pekiştirmesinden kaygı duyarken, değişiklikten yana tavır koyanlar, hakim ve savcıların bir türlü ‘hakim’ olamamasından yakınarak, neşter atılmasını savunuyor.
Tartışmaların hakim olmak / hakim olamamak ekseninde yoğunlaşması dikkat çekiyor.
Yargı üzerinden yürüyen bu tartışma ve onun neden olduğu kutuplaşma, maalesef önyargıların bir türlü yıkılamadığının da somut göstergesi. Can Dündar’ın deyişi ile yargı reformundan önce belki de önyargı reformuna ihtiyaç var.
Siyasal iktidarın bu değişikliklerle hakimiyetini pekiştirmek istediği tartışmalıdır, su götürür. Ancak yargının ve hakim zihniyetin bu alanda hakimiyeti elden kaçırmamak için cansiperane mücadele ettikleri göze batmaktadır. “Siyasal iktidarın hakimiyet tesisi mi daha yadırgatıcı, adaletin hakimiyeti elden bırakmak istememesi mi?” diye sorulsa, doğrusu yargının egemenlik iddiasında bulunmasının ve bunun mücadelesini vermesinin daha yadırgatıcı olduğunu düşünürüm.
Siyasal iktidarların hakim olmasından değil, hakim olamamasından endişe etmek gerekir. Elbette bu demek değildir ki, bütün erkler tek elde toplanarak siyasal iktidarlar despotlaşsın…
Yargının bağımsızlığını temin etmek ve korumak, yargıdan önce siyasal iktidarlara düşen bir görev ve sorumluluktur. Ve hatta namustur… Ancak yargının da bağımsızlığı abartarak hakimiyet gibi görmemesi gerekir. Yargının bağımsızlığı olur, hakimiyeti değil… Sanırım yargı, hakim olmayı, hükümran olmak gibi anlamakta ve öyle algılamaktadır. Adaletin keskin kılıçları olarak ‘hakim’ olmak, yargı mensuplarının görevlerinin bir gereğidir, ne ki siyasal iktidarlarla güç yarışına girilerek hükümranlık iddia etmek, yersiz, mesnetsiz, hadsiz bir sapkınlıktan başka bir şey değildir.
Siyasal iktidarın yargı reformunu bahane ederek, hakimiyetini/egemenliğini oligarşik despotizme dönüştürmesinden duyulan endişe, ne kadar haklı nedenlere dayanırsa dayansın, yargı reformunun ötelenmesinin gerekçesi olmamalıdır. Açık ifadesi ile ipe un serilmemelidir. Çünkü artık mızrak çuvala sığmıyor. Hakim ünvanını taşıyanların hakim sıfatını taşımamasından daha vahim ne olabilir? Et kokarsa tuzlarsın, ya tuz kokarsa!
Ne yazık ki yargının sicili bozuktur. Geçmişinde İhtilal Yargıcı olmak da vardır, idam fermanı hazırlamak da, darbe savunuculuğu yapmak da… Nerede Fatih Sultan Mehmet’i mahkum eden kadı? Hakim ve savcı darbeler karşısında el pençe divan durur mu? Durmuşlardır. Yargı, post modern darbecilerin verdiği brifingleri ayakta alkışlar mı? Alkışlamışlardır. Hakim onuru ve şahsiyeti, memur anlayışına feda edilmiştir.
Ne yazık ki, demokrasiye sahip çıkmadıkları gibi, hukuka da sahip çıkmamışlardır. Gelinen noktada, bir Allah’ın kulu, yargının adaletinden emin değildir. Şeriatın kestiği parmak acır mı? Acımaktadır.
Yargı reformu konusunda kopartılan vaveyla, keşke gerçekten yargı bağımsızlığı için olsaydı? Keşke! Gel gör ki, yargı bağımsızlığı konu edilerek ortalığın birbirine katılması, hakim zihniyetin siyasal anlamda hakimiyetini kaybetmek istememesinden kaynaklanmaktadır. Başka bir deyişle, yargı; elde kalan tek kale anlayışı ile cansiperane savunulmaktadır. Hakim zihniyet, “Çankaya gitti, YÖK gitti, TRT gitti…” hesabına gitmekte, “Elde bir tek yargı kaldı” anlayışı ile yargıyı siyasal savunu konusu yapmaktadır.
Yargının bir ‘mevzi’ telakki edilmesi, esasen konunun ne kadar aslından uzaklaştığını göstermeye yetmektedir. Yargı bir kale olacaksa, bütün kurum ve kuruluşlarıyla, adaletin kalesi olmalı ve bu kalenin burçlarında yalnızca adaletin bayrağı dalgalanmalıdır.
Yargı mensupları için, ‘adaletin tecelli ettiği el’ olmaktan daha değerli ve üstün hiçbir paye ve ünvan olmamalıdır. ‘Hakim’lik sadece bir meslek değildir; ismiyle müsemma olunabilirse, en muteber payedir. Bu düşünce ve kabulü yargı mensuplarının taşıması ve lanse etmesi gerekir, ancak ne var ki, yargı mensuplarının bu anlayıştan bir hayli uzak oldukları görülüyor. Onlar, adaletin temsilcisi olmak yetmezmiş gibi, rejimin bekçiliğini, hakimliğe tercih etmektedirler.
Hakimin vicdanı ve yüreği olur. O vicdan ki, hiçbir güç satın alamaz, o yürek ki, hiçbir güç korkutamaz. Hakim, arkasına ve arkasındakilere güvenmez; adalete ve yüreğine güvenir.
Hani meşhur hikayedir, adam oğluna, ‘sen adam olamazsın, sen adam olamazsın’ der dururmuş… Günün birinde adamın oğlu vali olmuş. Babasına haber salmış, “Hani adam olamazsın diyordun?”… “Ne oldu?” demeye getirmiş… Adam da kendinden emin “Ben sana vali olamazsın demedim ki, adam olamazsın dedim”…
Kıssadan hisse…
Biz bunların hali pürmelaline bakıp, hakim olamazsınız diyoruz ya… Onlar da her fırsatta “Biz hakimiz, biz hakimiz” diye caka satıyor, culluk gibi kabarıyorlar.
Yahu o kalenin hakimi/egemeni olacağınıza, adaletin hakimi olun!
Ki, şeriatın kestiği parmak acımasın.
Yoksa, “Davacın kadı olursa, yardımcın Allah olsun” dediği gibi, vay halimize, vay halimize!